Ve şunu iyi biliyoruz ki, ritüeller, çoğunlukla sembolü, şekli ya da biçimi ifade eder. Ve insanlar, her dönem görülmüştür ki, ritüelleri üzerinden şekil yapmaktadırlar.
Çok da öyle öze dokunmaz ritüeller. Ama gelin görün ki, ritüeller insanları şekillendirici bir etkiye ve güce sahiptir. Hatta, öyle bir kendisine bağlı kılar ki... Alsanız insanın elinden, canını almışsınız gibi etki de yapabilir.
Bu bakımdan insanların hayatlarında önemli bir rolü var yani. Yönlendirici, şekillendirici, kışkırtıcı, kısıtlayıcı ne derseniz deyin artık.
Öyle ki, bazı zamanlar tarafları, kavga ettiren, birbirlerine karşı düşmanlaştıran, kinlendiren bir etki, güç ve rol ile karşımıza çıkabiliyor.
Ve apansızın dikiliveriyor.
Yılbaşı da bu ritüeller arasındadır. Taraftarlığı ve karşıtlığı ile...
Kimilerine göre ‘bir hristiyan ritüeli’ kimisine göre ise eski ‘Türklerden kalma bir ritüel’.
Düşünün ki, bu ritüel, Türkiye’de her yılbaşı öncesi taraflaşmanın, kamplaşmanın ve kutuplaşmanın da bir sembolü oluyor. Nasıl oluyor demeyin, oluyor işte, sorgulamadan vız geçin. Tamam mı? Neyse, vız gelir tırıs gider diyerek sorgulayalım o zaman.
Bir taraf bu ritüeli ‘Türk adeti’, başka bir taraf ‘yeni bir yıla başlangıç’ gibi adlarla ifa ederken, karşı taraf ise bu ritüeli ortadan kaldırmak için kendince birtakım dini söylemlere yönelerek ve sığınarak güya ümmeti bilinçlendirme/şuurlandırma çalışması yaptığına inanıyor.
Yani, yılın ilk gününü bir taraf güzelliyor, bir taraf kötülüyor. Tarafsızlar ise bu kısır döngüde valla boğuluyor artık. Sembollere, şekillere plak gibi takılıp kalmışlar arasında yeni yılımızın ilk günü zehir oluyor.
Bu günü kötüleyen ya da bu güne kendince yeni anlamlar yükleyen karşı taraf, alternatiflerle bu günü adeta bir çam gibi süslemeye çalışıyor.
Çamın karşısına ‘’Mekke’nin Fethi’’ni koyuyor mesela.
İnsanlar sembollerini, ritüellerini birbirlerinin karşısına çıkarıp adeta ‘adetten’mişçesine denkleştirme yarışı içine giriyor. Ve bu yarış, rekabet/alt etme, kayıkçı kavgası gibi sürüp giderken insanlar ‘sözünüzü değil, özünüzü görelim...’ noktasında konuşlanıp bunlarla konuşmak istiyor.
İşte, bu yazı, bu konuşmalardan ilham almıştır diyebilirim.
Son olarak söylemeliyim ki;
Yılbaşında çam ağacına, hindiye ‘kötü ritüel’ olarak bakanları görüyoruz. Öyle ki, çam ağacı ve hindi giren evin müslümanlığı ve imanı sorgulanıyor. Eee, bu durumda yılbaşında hindisiz ve çam ağaçsız ev müslümanlığını tüm gücüyle sergilemiş ve kanıtlamış oluyor onlar açısından (!) Ve adet, başka bir adet ile bertaraf edilerek, o gün müslümanca ve İslamca bir ihtişamın gövde gösterisi yapılıyor (!)
AMA GELİN GÖRÜN Kİ;
Yılbaşında evlere dikilen yapay ya da doğal ÇAM AĞAÇLARI kadar tepki toplamıyor Kabe etrafına dikilen GÖKDELENLER.
Yılbaşında evlere dikilen yapay ya da doğal ÇAM AĞAÇLARI kadar tepki toplamıyor para kazanma hırsıyla katledilen AĞAÇLARIN üzerine dikilen mezar taşı gibi BİNALAR.
Önemsiz ve gereksiz konular üzerinden tartışmalara, bu konular üzerinden yapılan kimlik tanımlamalarına karşı artık gına geldi herkeste.
Beyler!
RİTÜELLERİ BIRAKIP SADEDE GELELİM...
Sahi, Kudüs maketine yaslanan Portekizli oradan kaldırılınca, çam ağacına ve hindiye yılbaşında sırtını dönen ahali çoğalınca İslami mi olacağız?
Beyler!
İslam, sizin kafanızdaki kadar sığ, dar ve basit değil.
İnsan sormadan edemiyor, bu arkadaşların din kaynağı nedir? diye...
Saygılar...
Yusuf SEVİNGEN