Hayatımızdaki Şefaat (Aracı) Kurumları

Bugün, bir sözcük üzerinden dini hayatımızda ve kamusal alanda oluşturulmuş bir kurumdan bahsedeceğim sizlere.

Aslında, insanların eliyle oluşturulan ve inşa edilen bu kurum, sömürüye-istismara dayandırıyor kendisini. Temelini de tabi...

Her ne kadar resmi bir kurumsal kimliği yoksa da, fiiliyatta hayatımızın içerisinde, hatta göbeğinde bile olabiliyor ve görülebiliyor.

Ve bizlerin, Allah tarafından verilen cüz-i iradesini, aklını, vicdanını küçük/aldatıcı/göz boyayıcı dünyevi menfaat ve yarar karşılığında körü körüne bağlayabiliyor. Hatta; bir kısım insanın, bu kurulu düzen içinde umutsuzluk/çaresizlik duygusu  ve ‘böyle gelmiş, böyle gider’ değişmezliği algısı/anlayışı ile  karalar bağlamasına bile neden olabiliyor.

Bunca sözden sonra ‘Nedir bu sözcük?’ diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Söyleyeyim:

BU SÖZCÜK:   ‘ŞEFAAT’

Bu sözcük köken olarak ‘Arapça’ bir sözcük. Ve etimolojik olarak aşağıdaki şekilde izah ediliyor:

~ Ar şafāˁa ͭ شفاعة [#şfˁ msd.] biri için aracılık etme < Ar şafaˁa شفع aracı oldu, araya girdi

TDK ise bu sözcüğü aşağıdaki tanımlama ile açıklamış.

Birinin suçunun bağışlanması veya dileğinin yerine getirilmesi için o kimseyle Tanrı arasında peygamberin yaptığı aracılık’

İki örnek üzerinden,  ülkemizde uzun yıllar boyunca fiili olarak hüküm süregelen  istismarcı şefaat kurumlarının,  hem dini hem de kamusal hayat içinde, bir kısım insana nasıl baskı uyguladığını, onları nasıl zor durumda bıraktığını-dosdoğru yoldan saptırdığını ve en önemlisi onların safiyane-iyi niyetle besledikleri güven-inanç gibi duyguları nasıl sarstığını/yerle yeksan ettiğini anlatmak istiyorum (Şefaat sözcüğünü, aşağıda örnek verilen alan içindeki (dinsel-kamusal) anlamıyla düşünmeniz daha uygun ve doğru olacaktır, özellikle kamusal alan içindeki kullanımı için ise benzeşim kaynaklı aktarımın ortaya çıkardığı bir uyarlama olduğunu bilmenizi isterim):

Öncelikle, şunu belirtmeliyim, uygun şartlar ve ortam meydan geldiğinde her insan fıtratı/yaradılışı  gereği iyi ve güzele eğilimli ve meyillidir. Ama ne yazık ki, iyiliği ve güzelliği fıtratı gereği isteyen insan, dünya hayatındaki bir kısım kötü deneyimlemeleri ile  birdenbire  iyiye ve güzele olan yetisini ve iç güdüsünü  kaybediyor. Kur’an-a uyup kötülüğe iyilikle karşılık veren insan topluluğu olmuş olsa, kin-intikam gibi duygular o toplulukta hüküm süremeyeceği için bir öç kısır döngüsü ve insanın kötü deneyimlemeleri/tecrübeleri olmayacak, böylece insanın iyiye-güzele olan eğiliminden zerre vazgeçme düşüncesi ortaya çıkmayacak. Ama ne yazıktır ki, insan hayatında  kötü öğretiler iyi öğretilerden daha baskın geliyor. Ve üzülerek belirtmeliyim ki, günümüzde kötü hafızaya kazık çakarken, iyi bir çivi bile çakamıyor, kötü yayılırken, iyi yerinde sayıyor. Onun içindir ki, kötünün kullanımı daha yaygın oluyor. İyinin ise alıcısı yok. Neyse, konumuzdan daha fazla uzaklaşmadan biz konumuza dönelim ve iki örnek üzerinden şefaat kurumunu anlatalım:

  1. Örneğin,  günümüzde,  tek Allah’a iman etmiş olan, onun elçisi ve peygamberi Hz. Muhammed’in insanlığa ulaştırdığı ilahi bir söz olan Kur’an-a uyan bir kimsenin, birdenbire etrafının kuşatıldığını görebiliyoruz. Bakıyoruz ki, tek kuşatıcı olan Allah’a ortak koşarak adeta insan ile Allah arasında kendilerine yer edinen, insanı şah damarından daha yakın olan Allah’tan uzaklaştırarak kendilerine alan açan ve bu alan üzerine ‘ŞEFAAT’ adı ile bir yapı/kurum oluşturan insan toplulukları var. Bu insan topluluğunun,  önce  ‘cemaat’ ve ‘hizmet’ gibi isimler ile sonra da  FETÖ adında  nasıl tecessüm ettiğini asla unutmamamız gerekiyor. İnsanları, Allah ile aldatan, kendilerini bu şefaat kurumunun yöneticileri/CEO’ları yapan bu kimselerin,  hem İslam’a hem de bu dinin inananlarına nasıl zarar verdiklerini de hatırımızdan çıkarmamalıyız. Bu verdiğim örnek, dini hayatta yer edinmiş olan şefaat kurumu ile ilgilidir. Öyle ki, bu kimseler, bu şefaat kurumunun koltuklarına bir Firavun, bir Karun, bir Nemrut gibi kurulmuşlardır. Kendilerini, adeta dinin tek sahibi olarak görüp yetkilendirmişlerdir. Halbuki, dinin tek sahibi YÜCE ALLAH’tır, YÜCE RAB’tir. Hal böyle olunca, bu tip yapılardan korunmak, şefaat kurumları ağlarına düşmemek için  insan hayatında  zamanı iniş çıkışlarla, evirip çevirerek  akıtan TEK ALLAH’a her durum ve şartta sarsılmaz ve yıkılmaz bir güvene ve imana (inanç) sahip olmalıyız. Ama ne yazık ki, Allah ile kul arasına giren simsar ve tekel kafalı bu dar kafalı FETÖvari kimseler,  yalnızca Allah’a hissedilecek ve duyulacak güvenden  ve inançtan kendi çıkarları ve faydaları için koparıp bunları istismar edebiliyorlar. Ve  bu kimseler, Allah ile kul arasında açtıkları o alana inşa ettikleri şefaat kurumunun koltuklarında,  haşa! Allah’tan aldıkları tüm yetkileri kullanarak, kendilerine kapılan ya da kendilerini kaptıran  insanlara ahkam kesmeyi bir hak telakki edebiliyorlar (bu, nasıl bir cüret, nasıl bir küstahlıktır, gerçekten anlaşılması güç). Sonunda, Allah’a iman etiğini sanan kişi, bu kurumun bir çalışanına ve dünya hayatı/ahireti için bu kurumdan medet uman, yardım dileyen, hatta Allah’a duyacağı güveni ve inancı bu kuruma hisseden birisine dönüşebiliyor. Bir müminin (inanan ve emanet edilen), yalnızca Allah’a karşı sarsılmaz ve yıkılmaz bir güvene ve inanca sahip olması gerekir. Bir müminde bunu görebilmek için,  ona şah damarından daha yakın olan Allah ile kul arasına  inşa edilen, içi simsarlarla ve tekellerle dolu olan bu şefaat kurumlarını yıkmak bir sorumluluğun gerekliliğidir kanaatindeyim. Hatta, İslam’ın özü, Kur’an-ın öz mesajının insanlığa tebliği için her müslümanın bir görevi ve sorumluluğudur diyebilirim. FETÖ, bu şefaat kurumlarından birisi idi. Ama bilinmelidir ki,  İslam coğrafyasında ve ülkemizde bunlardan daha çok var.  ‘Ne kadar az düşünüyorsunuz ve hiç akletmez misiniz?‘ diyerek insanları düşünmeye ve aklı çalıştırmaya  teşvik eden TEK  Allah’a muhalif edercesine insanları düşünmeden ve akletmeden yoksun bırakan;  ‘dinde zorlama yoktur’ diyerek kolaylığı öğütleyen TEK Allah’ın sözlerinden hiç nasiplenmemişçesine  insanlar üzerinde haşa! Allah adına baskı kurmayı adet edinen, hem müjdeleyici hem de korkutucu olan ve ‘dininizde aşırılığa kaçmayın’ diyen  TEK Allah’ın dengeleyici ve ölçülü öğütlerini yok sayarak şefaat kurumlarında yazdıkları kaideler, fetvalar ve kurallar ile insanları detaya boğarak  ölçüyü kaçıran ve aşırıya giden;  ‘yüz çevirenlere gelince, biz, her halükarda seni o insanlara bekçi göndermedik’ diyen TEK Allah’ın peygambere verdiği bu öğütü görmezden gelerek özellikle Ramazan aylarında kendilerini zabıta memuru gören;  ‘Allah,  üzerinizdeki kısıtlamaları hafifletmek istiyor. Çünkü insan zayıf yaratılmıştır.’ ve ‘Eğer siz, şükreden kul olur ve iman yolunda yürürseniz, Allah’ın neyine gerek ki sizi sebepsiz yere cezalandırsın. Allah, gayet kadirşinastır ve herkesin haline vakıftır.’ ve ‘şunu da bilin ki, Allah sabırlıdır, ufak tefek şeyleri hoş görür (çok yumuşak davranışlıdır ve şefkatlidir).’ diyen TEK Allah’ın öğütlerine uymayıp insanları tekellerinde olan fetvalarla ve kuruntuları-evhamlarıyla ortaya koydukları güya İslami kaidelerle/kurallarla kıstıran, baskılayan, zorlayan, hoş görmeyip eziyet ederek zulmeden;  ‘Kimsenin kimseden yana bir şey ödeyemediği, hiç kimseden fidye alınmadığı ve hiç kimseye şefaatin (aracılığın) yarar sağlamadığı ve yardımın kesildiği bir günden sakının’ ve ‘Allah’ın dışında güvendikleri hiç kimseyi orada bulamayacaklardır’  diyen  TEK Allah’ın bu öğütlerine kullaklarını tıkayarak,  Allah adına yalan söyledikleri/küstahça cüret ederek insanlar üzerinde  baskı kurdukları/insanlara ali kıran baş kesen gibi hüküm verdikleri/kendilerini aracı kılıp Allah ile inananlar arasını açtıkları alan üzerinde  inşa ettikleri  şefaat kurumlarını kendi çıkarlarına dayalı hükümranlıkları için yaygınlaştıran FETÖ ve FETÖvari yapılardan yüce Allah’a sığınmalıyız, dünya hayatı  içinde yalnızca Allah’a güvenmeli  ve  ona inanmalıyız.
  2. Diğer örnek ise özellikle devlete kapağı atma ve atama alanında görülüyor. Bu alanda da, gözlenen şudur ki, bir kısım ellerce  şefaat (aracı) kurumları inşa edilmiş. Bu ellerce, kendilerinden olmayanlara karşı ne hak ne de hukuk tanınıyor. Yukarıdaki gibi  resmi değiller bunlar, fiili durumdalar. İnsanları, devlette işe girdirme ya da makam/mevki sahibi yapma gibi vaatllerle çekiyorlar kendilerine. Kimi zaman bu fiili durumu yaratan bir sendika oluyor, kimi zaman ensesi kalın birisi, kimi zaman da başka başka yapılar vs... Bunlar da, devlet ile vatandaşları arasında şefaat (aracı) bir kurum inşa etmişler ve oralarda hükümranlık taslıyorlar. Ama bu yanlış düzen içinde, zarar gören ve yara alan, vatandaşların devletine olan güven ve inanç gibi duygularıdır. Ve bilinmelidir ki, bu kimseler ya da yapılar, devlet ile vatandaşı arasındaki açılan mesafeli alanlarda simsarlık ve tekelcilik yaparak kazanç sağlıyorlar (bu, üye kazancı oluyor bazen, bazen de başka bir tür kazanç). Her şeyin onların ellerinde olduğu izlenimi ve süsü veriliyor. Bunun için de her türlü yöntem kullanılıp gözler boyanıyor ve güç gösterisi yapılıyor. İnsanlara, kendilerini bir dediklerinin iki edilmeyeceği konumsal bir güçte ve yetkide göstererek satıyorlar. Bu alanı da zaten böyle açıyorlar. Halbuki, devletin, yetkililerin bu kimselere ya da yapılara bu alanları dar etmesi gerekir. Malum, istismara açıktır her daim bu tip alanlar. Bu alanlar üzerinde inşa ettikleri söz/yetki sahibi fiili şefaat kurumları ile insanlara baskı kuruyorlar, onları zorluyorlar  ve onlara adeta eziyet/zulüm yapıyorlar. ‘İşinin hallolması için bize, üye olmalısın’ ve ‘O sendikadan çıkarsan, yönetici olursun’ diyerek arsızca ve pervasızca yapıyorlar  mesela. Ya da ensesi kalın birisinin bir notu, söz/yetki  sahibi birileri ile akrabalık/dostluk/arkadaşlık bağı kullanılarak yapılıyor. O alanlarda, insanları öyle hallere getiriyorlar ki, insanlarda kişiliğin ‘K’si, ahlakın ‘A’ sı  kalmıyor. İnsanları, dünyevi vaatlerle aldatıyorlar. Kazandıklarını sanıyorlar; ama kaybediyorlar. Hak yiyerek hiç kimse kazanamaz. Ama gelin görün ki, hak yemek bir koltuk ile cazip hale getiriliyor. Birkaç günlük dünya hayatında bir koltuk cazipleştirilmişse, inanınız ki, insan büyük aldanış içinde o zaman. Ama tüm bunların temelinde, ‘o kimse, senin işini yapar’ telkinleri yatıyor. Bizlerin ise bu telkine meyledişi, eğilişi ve prim verişi...  Hatta, çirkinliği ve kötülüğü, ‘ama herkes yapıyor’ gibi mutat bahanelerle saklama aldanışı... Vicdani bir aldanış bu bence. Bilmelisiniz ki, ‘Herkes böyle, onlar da bir zamanlar böyle yapıyordu’ gibi bahaneler,  herkesin kendisine gösterdiği haklı gerekçeler, süregelen şefaat kurumlarının toplumsal zeminde temellenişi anlamına geliyor. Bu temel üzerine de , toplumsal nazardaki ve düşündeki ‘gelene ağam,  gidene paşam’ anlayışından ve bakışından çimento yapılarak, bir kısım çıkarcı/yararcı/fırsatçı/oportünist ellerce şefaat kurumları inşa ediliyor. Ve bu fiili kurumlar, her dönem farklı şekillerle karşımıza dikilip bizden kötülüğe ve çirkinliğe ayak uydurmamızı, elindeki güç ile bekliyor. Bizdeki her dönem gözlenen/normalleşen, gücün önünde eğilmeye ya da uyum sağlamaya hazır ve nazır bekleyen kanıksanmış bu hal, iyi hal değildir. Öyle ki, her dönem, mazlum ve mağdur sayısını, haksızlığı ve adaletsizliği çoğaltır. Yalnızca, mazlum/mağdur yüzleri değişir. Bir de değişen,  başka bir ifadeyle, Campanella’nın ‘Güneş Ülkesi’ kitabında dediği gibi ‘dünün ezileni, bugünün ezeni; dünün ezeni, bugünün ezileni’ şeklinde tezahür eder.

Anlattıklarımız bağlamında diyebilirim ki, yukarıdaki örneklerin ilkinde, Allah ile kul arasına yapılan şefaat kurumu ile mehdiyet makamına birisi oturtuluyor, ahirette mutluluk ve cennet gibi vaatlerle Allah adına Allah’ın kulları üzerinde egemen olunuyor; diğer örnekte ise devlet ile vatandaş arasına yapılan şefaat (aracı) kurumu ile devlette işe girdirme/makama-mevkiye atama koltuğuna fiili olarak birileri oturtuluyor, koltuk/makam/mevki vaatleriyle devlet adına  devletin vatandaşları üzerinde böylece egemen olunuyor. Bu fiili egemenlikleri ile bu kimseler, hem dini hem kamusal hayatta, belki farkında değillerdir ama,  insanları kötülüğe ve çirkinliğe zorluyorlar ya da mecbur bırakıyorlar. Kıstırdıkça kıstırıyorlar ve artık çok sıkıyorlar.  Her ikisinde de,  çoğalmak maksadı var tabi. Ama meselemiz, her alanda çoğunluk olmak değil, bunu anlamamaktalar. Meselemiz, hayatın her alanında yaygınlık gösteren ya da her alana sirayet eden tamamıyle bu tip/tür  bir zihniyettir. İşlerimizin hallolması ve sorunlarımızın çözülmesi için şefaat (aracı) bulma zihniyeti... Unutmayınız, bu zihniyet toplumda yaşadıkça, her alanda boşa kürek çekmeye devam ederiz. Ve böylece  zihinsel emeklerimiz /maddi harcamalarımız ile  yaptığımız reformları da çöpe atmış oluruz.

Sonuç olarak; dini ve kamusal hayatımızdaki bu tip şefaat kurumları ile ne inandığımız Allah’ımıza ne yaşadığımız devlete ne çevremizdeki kimselere ne de kendimize GÜVENEBİLİYOR VE İNANABİLİYORUZ. Bunun farkına varmalıyız artık.

VE ŞEFAAT KURUMLARINI HAYATIMIZDAN ÇIKARMALIYIZ. BUNU,  HER ALANDA  HAYATIMIZIN MECBURİ BİR  PARÇAYMIŞ, OLMAZSA OLMAZIYMIŞ  GİBİ GÖRMEMELİYİZ. İNANINIZ, BU TİP ŞEFAAT YAPILARI DEVRİLDİĞİNDE/YIKILDIĞINDA VİCDANIMIZ DA,  AKLIMIZ DA NEFES ALACAK. BİR RAHATLAMA MEYDANA GELECEK ÜZERİMİZDE...  AKABİNDE İSE ALLAH’IN VERDİĞİ AKLIMIZI KULLANABİLECEK, VİCDANIMIZI HAREKETE GEÇİREBİLECEK, HAKSIZLIKLAR KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANLAR OLMAYACAĞIZ VE CÜZ-İ İRADEMİZ İLE VARLIĞIMIZI İSPATLAYACAĞIZ. UNUTMAYINIZ, ALLAH BİZİ DÜNYA’YA BİRBİRİNİZE UYUN DİYE DEĞİL, BİRBİRİNİZE DOĞRUYU  HATTA DOSDOĞRUYU GÖSTERİN VE ONA YÖNLENDİRİN DİYE GÖNDERDİ. YİNE  UNUTMAYINIZ, İNSAN ALLAH’IN ANLAMLI BİR VARLIĞIDIR. DÜNYA’DA  BİR ANLAMI VARDIR. ETKİSİZ VE ÖNEMSİZ DEĞİLDİR YANİ. O ZAMAN NE DURUYORSUNUZ, AKLINIZIN VE VİCDANINIZIN CÜZ-İ İRADENİZİ HAREKETE GEÇİREREK SESİNİ İŞİTİN VE ANLAMLI, YARARLI, İYİLİKLERLE  VE GÜZELLİKLERLE DOLU BİR İNSAN OLUN. FITRATINIZDAKİ İYİ VE GÜZEL OLANI, KÖTÜLÜKLER İÇİNDE TÜKETMEDEN  BÜYÜTÜN. SİZLERİ KORUYACAK OLAN, İFA ETTİĞİNİZ İYİLİK VE GÜZELLİKLERDİR.

EY AHALİ!

MÜMİN, HER ALANDA  HAYAT İÇİNDE  OLMASI LAZIM GELEN  GÜVENİNİ VE İNANCINI YİTİRİYOR, FARKINDA  MISINIZ?

NOT:  HAYATIMIZDA NORMALLEŞEN VE ALIŞKANLIK HALİNE GETİRİLEN ŞEFAAT (ARACI)  KURUMLARI, DİNDE CEMAATLEŞME/TARİKATLAŞMA;  DEVLETTE İSE KADROLAŞMANIN ÖNÜNÜ AÇIYOR...

Nefsani duygularına kapılanlara ve Dünya’da sınırlarını aşanlara/ölçüyü kaçıranlara kaptırmayın kendinizi, siz siz olun ve asla ölçüyü kaçırmayın, nefsani duygularınızın esiri olmayın...

ALLAH’A TAM OLARAK TESLİM OLANLAR, NE NEFSANİ DUYGULARININ NE DE ŞEFAAT (ARACI)  KURUMU SAHİPLERİNİN ESİRİ VE TESİRİ ALTINDA OLAMAZ...

AKIL, DÜŞÜNCE VE İRADE OLARAK VAR OLURSANIZ HAYATTA, BU HAYATIN İÇİNDEKİ ALANLARDA BU TİP İSTİSMAR KURUMLARI VAR OLAMAYACAKTIR YA DA VARLIĞINI SÜRDÜREMEYECEKTİR... ÇÜNKÜ ALAN YARATAMAYACAKLARDIR/AÇAMAYACAKLARDIR  KENDİLERİNE. YANİ  HER ŞEY,  AKLINIZI DEVREYE SOKUP AKLEDEREK,  ‘DÜŞÜNÜYORUM, O HALDE VARIM’  DİYECEK ÖZİRADEYİ, ÖZGÜVENİ, ÖZCESARETİ VE ÖZEYLEMİ KENDİNİZDE BULMANIZA BAĞLI... 

Saygılar...

Yusuf SEVİNGEN

İlk yorum yazan siz olun

Yorum yazarak topluluk şartlarımızı kabul etmiş bulunuyor ve tüm sorumluluğu üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Mebpersonel.com İnternet Sitesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Genel Haberleri