Küçük Dünyası Olan Büyükler

İnsan, hayal aleminden gelen bir varlıktır.

Ve insan hayal alemine giden bir varlıktır.

Dünyalı insan ise hayal alemleri arasında kalmış bir tür olarak yaşamını sürdürür.

Dünyalı insanın dünyası çok küçüktür aslında.

Bu insan, dünyanın yer çekimi gücünün etkisi altında küçüldükçe küçülür ve daraldıkça daralır.

Kendisini göklere çıkarmak varken yerin dibine sokar durur. Ağaç kovuğuna buruşturulup sokuşturulan bir çaput gibi...

İnsanın geldiği ve gittiği hayal alemlerinin enginliği ve derinliği, en çok da dünyanın çiçeği burnunda insan sakinleri tarafından hissettirilir.

Onlar çocuklardır. Yani küçüklerdir. Büyüklerin küçük dünyalarına sıkıştırılmaya çalışılan küçüklerdir onlar...

Bazen ev ortamında...

Bazen bir okul ortamında...

Bazen sokakta, caddede...

Bazen de büyüklerin egemen, hakim, hükümran olduğu bir dünyanın çatısı altında...

Aslında birbirimizi kandırıyoruz.

Hangi noktada mı?

Büyüklerin kurguladığı ve kurduğu bir eğitim sistemi içinde çocukların doğal yollarla büyüyebileceği...

Hayır, büyüyemezler. Hayır, insanlıklarını koruyamazlar. Hayır, doğallıklarını ve sadeliklerini katiyen sürdüremezler. Çünkü büyüklerin dünyasına bedenleri büyüyerek ama  ruhları küçülerek girerler. Rüyalarında bir kuş tüyü kadar hafif olan ve bir kuş gibi kanatlanıp uçan o bedenler, büyüklerin dünyasındaki ağırlığın altında her geçen zamanın ardından ayakları yere yakın ve yere sağlam basan bireyler olarak karşımıza çıkıverirler.

Ne yazık ki büyüklerin kurduğu ve kuguladığı bu dünyada,  küçüklerin dünyasının enginliği ve derinliği yoktur.

Enginliği ve derinliği olmayan büyüklerin bu küçük dünyası ise fiziksel değil, zihinseldir.

Ve büyüklerin zapturapt altına alınmış kafalarının içindedir.

Bu kafalar ki yontulmuştur.

Bu kafalar ki kafa patlata patlata kendini yok etmiştir. Gömülürken bir meslek uğruna testlere kendini hücrelerine kapatmıştır. Bir müddet sonra da kendini o hücrelerde unutmuş ve yitirmiştir.

Demem o ki bu kafalar ki küçük dünyanın  psikolojisi ve sosyolojisi altında kendilerine çekidüzen verme ayaklarıyla beyinlerinin ve kalplerinin güzelliklerine ya da iyiliklerine sırtlarını dönüp onları önce sıygaya çekmişlerdir sonra da mahkum edip kaderlerine terk etmişlerdir.

Etrafınıza bir bakınız.

Göreceğiniz,  doğallığını yaşatmaya çalışan bir hayat...

Bir de göreceğiniz, doğallığı bozan bir yaşam...

Tanrı’nın altın tepside sunduğu doğal hayatın,  bozuk bir yaşama mahkumiyeti ve mecburiyeti insan türünün benliğinde, kişiliğinde, özünde, ruhunda birçok yaralar açmıştır. İnsan, insanlıktan çıkıp yalnızlığa demir atmıştır. Ruhunda prangalar vardır. İnsan, insana hasrettir. Sessiz bir gemi gibi de yalnızlığın içinde kaybolarak yok olmaya yüz tutmaktadır.

Netice şudur:

İnsanın en doğalı bebeklerdir.

İnsanın en doğalı çocuklardır.

Aslında insan özüne en yakın olan da onlardır.

Bundan dolayı büyüklerin değil, küçüklerin sunulan doğal hayatı kurarak ve kurgulayarak yaşamı doğal hayatla bağdaştırması gerekir.

Yoksa hayat ile yaşamın çelişmesi altında insan ırkı evrimsel bir debelenmenin eşiğindedir.

Yoksa büyük dünyaları olan çocuklar, küçük dünyaları olan büyüklere mahkum olup onlar gibi olacaklardır.

Yoksa ‘Küçük dünyaları ben yarattım.’ balonu insanın başında patladı patlayacaktır.

Bu zincir bir gün kırılacak. Biliyorum ama ne zaman onu kestiremiyorum.

Biliyorum BİR GÜN İNSAN KENDİNE UYANACAK.

Bir bebek gibi...

Doğa ANA kucağında...

Ve insan, sonsuzluğun denizine kendisini bırakıp tüm kirlerinden arınarak vaftiz edilecek.

Setler, duvarlar, engeller vız gelip tırıs gidecek.

İNSAN, İNSAN OLMANIN TADINA O ZAMAN VARACAK.

VE RUHUNA OKUNAN FATİHALARIN NEFESLERİ İLE KUŞ TÜYÜ GİBİ UÇUP HUZURA ERECEK.

YETER!

BÜYÜKLERİN KÜÇÜK DÜNYASI ARTIK AĞIR GELİYOR.

KÜÇÜKLER BU DÜNYAYI KALDIRAMIYOR.

Saygılarımla...

Yusuf SEVİNGEN

İlk yorum yazan siz olun

Yorum yazarak topluluk şartlarımızı kabul etmiş bulunuyor ve tüm sorumluluğu üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Mebpersonel.com İnternet Sitesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Genel Haberleri