Bu haftaki yazımda, son birkaç ay içinde MEB’de yaşanmış olan son gelişmelere değineceğim. İlgimi ve dikkatimi çeken, sizlerin de ilgi ve dikkatini çekeceğini düşündüğüm konular üzerinde, üç aşağı beş yukarı neler düşünebileceğinizi ölçüp kendi yorumlarımı da katarak, başlık başlık düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Şöyle ki;
1- Güncellenen asgari ücretin çıkarımları ve çıkardıkları
Biliyorsunuz ki, 1 Kasım 2016 günü yapılan genel milletvekili seçimlerinden önceki propaganda döneminde, seçime girecek olan hemen hemen tüm siyasal partilerin seçim vaatleri arasında asgari ücretin artırılacağına ilişkin seçim vaadi bulunuyordu. Seçimi kazanan parti, hükümet olduktan kısa bir süre sonra bu vaadini gerçekleştirdi. Ve asgari ücret vaat edildiği üzere net 1300 TL oldu. Asgari ücret 1300 TL oldu olmasına ama devletin ve özel teşebbüsün sırtına binen bu maddi yükün bir yerlerden çıkarılarak hafifletilmesi gerekiyordu. Nitekim, asgari ücret artışının mahal verdiği bu maddi külfet ya da yük, başka sektör ve alanlarda da görüldüğü üzere eğitim öğretim alanında da eğitim emekçilerinin sırtına hissettirilmeden yüklenerek çıkarılacaktı. Bunun için de öğretmenlerce her daim yakınılan gelir vergisi dilimlerini belirleyen toplam vergi matrahı hesabında dikkate alınacak kalemlerin sayısı artırılmalı idi. Ve öğretmenlerin, çocuk kulübü ve sınav ücretleri gibi kazancı toplam vergi matrahında hesaba katılarak, yüzde 20’lik gelir vergisi dilimine daha erken girmeleri sağlandı. Böylelikle, ekonominin doğal kanunu kendini gösterdi, devletin ve özel teşebbüsün sırtındaki asgari ücret artışı ile ilgili yük, emekçilerin gelir vergisi üzerinden çıkarılarak, tereyağından kıl çeker gibi bir incelikte alınmakta idi. Ruhumuz bile duymadan...
Devletimiz, vergilere yüklendiği an, biliniz ki, bir yerlerde açık oluşmuştur ve kapatılmaya çalışılıyordur. Güncellenen asgari ücret açığı, bu yöntemlerle kapatılıyor ve belki de hiçbirimiz hissetmiyoruz. Velhasıl kelam, devlet açık kapatırken, boyun eğip ağzımızı kapatıyoruz. Fakat, bir dönem ne hayaller kuruyorduk öyle değil mi? Ek ders ücretinden gelir vergisi alınmayacak diye, sonra imza kampanyaları yapıyor, memura verilen zammın enflasyon eli ile ve senenin yarısında yüzde 15’lik gelir vergisi diliminden yüzde 20’lik dilime geçerek eridiğini dile getiriyor ve bu saiklerle devletimize yüzde 15’lik gelir vergisi diliminde, senenin tamamında kalmamız gerektiği talebini sunuyorduk. Ama devletimiz, cebimizdeki paranın her kuruşunu vergilendirerek, verdiği zamları nasıl emdiğini ruhumuz bile duymadan yaşatıyordu. Boşuna hayaller kurup da, kendinizi avutmayın mı diyor bize acaba? Bizler; zamlarla, ek gelir müjdesi veren haberler ile sorma şekerli avutulurken, cebimizdeki üç kuruşa göz dikilerek sorulduğumuzun farkında bile değiliz belki de. Bu durumda, hiç mi sormayalım, ‘neden?’ diye… Kaşıkla verip kepçe ile alan devletimizin, verdikleri ile aldıklarını hep mi sineye çekip içimize gömelim, aklımızı kullanıp hiç mi sıygaya çekmeyelim? Devlet, paraya ihtiyaç duyunca oradan buradan belli adlarla ne şekilde ceplerimize giriyor, bunu da asgari ücretin artışından sonraki süreçte, yukarıda anlattığımız benzer gelişmelerle görmüş ve anlamışızdır diye temenni ediyorum...
2- Danıştay, ‘Olmasaydın, Olmazdık’ dediğimiz Atatürk için ‘Olmazsa Olmaz’ dedi
Eğitim öğretim ve bilim hizmet kolunda faaliyet gösteren Eğitim İş sendikası, müdür yardımcılığı sınav konuları arasında Atatürk İlke ve İnkılapları konusunun bulunmayışını DANIŞTAY nezdinde dava etmişti. Danıştay, Atatürk İlke ve İnkılaplarını Türk Milli Eğitim sisteminin temeli ve olmazsa olmaz bir parçası şeklinde yorumlayarak dava talebini kabul etmiştir. Böylece, Atatürk’ün değişmesi beklenen öğretim programlarından tırpalanması ile ilgili yürütülen çalışmaların da hangi temelde şekillenmesi gerektiğinin hukuki açıdan mesajını vermiştir. Atatürk, ‘hiçbir yerden çıkarılamaz’ seslenişi ve duruşu hukuki cihette tescillenmiştir. Ve Danıştay verdiği karar ile fikirlerini taze tuttuğumuz M. Kemal’in ders kitaplarında da tazeliğini ve güncelliğini koruması gerekliliğini anlatmıştır aslında. Onun için M. Kemal’i yok saymak öyle her babayiğidin harcı değildir, M. Kemal bu devletin kurucusu olduğu kadar ışığıdır da. Bundan dolayı onun ilke ve inkılapları gençliğin muasır medeniyetler seviyesine çıkma yolunda pusulasıdır. Bilinmelidir ki, pusulası olmayan genç nesiller, batmaya esirdir.
Bu kararın, sonuçları bakımından bir başka boyutu ise yapılan müdür yardımcılığı sınavının iptal edilip edilmeyeceği ile ilgilidir. Bu durumda akıllara şu soru geliyor. Sınav iptal edilirse, dar zamanda yeni bir sınav nasıl yapılacak? Sınav yapılmazsa, okullara müdür yardımcısı görevlendirmeleri ne şekilde gerçekleştirilecek? Sınav puanı ile mi, yoksa geçici görevlendirme yolu ile mi? Özellikle yönetici görevlendirme süreçlerinde, hukuki açıdan MEB’in başını ağrıtacak ayların arifesindeyiz gibi geliyor bana. Tabi, MEB hukuki boyutunu kafaya takarsa. Yeri gelmiş iken, yönetici görevlendirme yönetmeliğine en son eklenen, yetkili sendikanın yetki aşırması ile yandaş kayırmacılığının önünü açabilecek ve bu nedenle Türk Eğitim Sen tarafından Danıştay’a taşınan ilgili madde hükmünün iptal edildiğine değinmek isterim. Malumunuz, bu hüküm ile 4 yılını dolduran müdür yardımcılarının, müdürlerin inhası ile sınav puanı üstünlüğü gibi bir şart aranmadan valilikçe atamalarının yapılarak görev süreleri 8 yıla kadar uzatılabilecekti. Tabi, böyle bir hüküm, üye kazanma çalışmalarında malum sen’in ağzını sulandırabileceği gibi üye olmayan ilgili müdür yardımcılarına karşı üye olması için de kullanabilecek araçsal biçilmiş bir kaftandı. Her zamanki gibi diğer sendikaların sahadaki deneyimleri ışığında, malum sen tarafından istismara çok ama çok açık bir hüküm olduğunu ifade etmeliyiz. MEB, bu hükmü hüsn-ü zan ile hazırlamış olabilir, lakin sahadaki gerçekler bu hükmün su-i zan ile hareket ederek yürütüleceğinin işaretlerini barındırmaktaydı. Bu bağlamda, diğer sendikaların bu düşüncelerle ve saiklerle harekete geçerek, bu hükmü Danıştay’a taşıdıklarını söylemeliyiz.İnanınız, yönetici görevlendirmelerinde liyakat esas alınmış olsa, kimse bu ve benzeri hükümlerden kıl kapmaz, bu hükümlere su-i zanda bulunmaz. Bu yolu açan, sahadaki üye çalışmalarında yaşanan gerçeklerdir. Ve o gerçekler, külliyen su-i zan üzerine kurulmuş ve kurgulanmıştır. Bu karar ile en azından müdür yardımcısı görevlendirmeleri kurgulanmayacaktır. Böylelikle, yönetici görevlendirme sürecinin içindeki müdür yardımcısı görevlendirmeleri, sınav puanı üstünlüğüne dayalı yapılacağı için HAKKIYLA aklanacaktır. Kimseler de, sınav puanı üstünlüğüne dayalı bu görevlendirmeler hakkında şüpheye düşüp su-i zan ile hareket ederek kafasında kurmayacaktır. MEB, yönetici görevlendirmelerinde ve diğer işlerde kafalara hüsn-ü zan aşılamak istiyorsa, yetkili sendikanın sahadaki ipini koparmış haline, kontrolündeki bürokrasi eli ile bir sınır çekmelidir. Ve inanıyoruz ki, yöneticilerin kafalarını kurcalayan sahadaki gerçekler hüsn-ü zan yönünde o zaman yön değiştirebilir. MEB bunu yapamadığı takdirde, mevzuat üzerindeki her değişikliği yanlış anlamaya mahal vermeye devam edecektir. Eee, malum sen, eğitim öğretim ve bilim hizmet kolunda yetkili sendika olma özelliği dışında, kendini özellikle taşrada birtakım yetkilerle donatarak gösteren bazı zamanlar aday öğretmenleri bir sendikaya yönlendiren bir danışman öğretmen, bazı zamanlar öğretmenler üzerinde baskı kuran bir okul müdürü, bazı zamanlarda ise kendi yararını, hesabını ve çıkarını gözeterek iş tezgahlayan il/ilçe milli eğitim müdürlüğü bürokratı zannediyor. Malum sen’in kendini dev aynasında gören bu halini ise hizaya getirmek MEB’in boynunun borcu olmalıdır. MEB, hukuksal platformlarda davalarla boğuşup kafasını yormak istemiyorsa, yetkili sendikanın burnunu sokarak yetki aşırdığı resmiyette kendisine bağlı yetkili koltukları kontrolünde tutmalıdır. Onları, hukuk normlarına göre iş yapmaya /yürütmeye özendirmeli ve teşvik etmelidir. Bu bilince erişmeleri için de bir formasyondan geçmeleri gerekiyor kanaatindeyim. O zaman bizlerin, yönetici görevlendirmelerinde tüm iş/işlemlere karşı BOYNU KILDAN İNCE olacaktır. Buluttan nem falan kapan da olmayacaktır. Söz veriyoruz. Ama yetkili sendikanın sendikacılık sınırlarını aşarak, devletin yetkili koltuklarını işgal etme hali sürerse, işte o zaman bizim bununla mücadele alanlarımız mahkemeler olacaktır. Hem de sonuna kadar…
3- MEB ismini yeniliyor ve yaz döneminde ilk atama yolu ile öğretmen alımı yapılmayacak
Yeni bakanımız iki konuda çok hızlı bir giriş yaptı. Birisi, milli eğitim bakanlığının isminde yapılacak yenilik; diğeri ise yaz döneminde ilk atama yolu ile öğretmen alımı yapılmayacak olmasıdır.
Öncelikle, bu iki konu, milli bir noktadan ve perspektiften değerlendirilmelidir diye düşünüyorum. Bakanlığımızın isminden, bir dönem Sağlık Bakanlığının logosundan T.C. ibaresini söküp almak gibi ‘milli’ ismini söküp almak milliliğe vurulacak çok ağır bir darbe olur. Ve milliliğe yakışmaz. Her şeyi geçtim. Maarif sözcüğü hiç de arı bir Türkçe olmayan eski dile özentiliğin önünü açar, o zaman nerede Atatürk’ün kurduğu TDK’nın misyonu, nerede dil devrimine sadakat diye sorgularız. MEB, bakanımız tarafından yenilenmek isteniyorsa, buna isminden başlamamalıdır, çünkü isim ile başlarsa sadece tabela yenileniyor, içi aynı hamam aynı tas oluyor, hiç değişmiyor, makus tarih gibi yani. Şunları deneyimlerle çok iyi biliyoruz ki, düz liseler Anadolu Liseleri ismini alarak taçlandırıldı, ama bu değişim okulun tabelası ile sınırlı kaldı, içsel bir değişim olmadı. Ve unutulmamalıdır ki, Sayın Cumhurbaşkanımızın dilinden hiç düşmeyen ‘milli’ sözcüğünün, MEB’in isminden düşmesi devletsel bütünlüğe ve teamüle hiç de uygun düşmez. Bence, sırıtır ve çok eğreti durur. Milli içerikli bir bakanlığımız, bugüne değin pek olmadı aslında; ama tabeladaki o ‘milli’ bir misyon ve vizyon olarak avuttu bizleri. Bu bile, kalsın demem için bir nedendir.
Diğer bir konu ise yukarıda da ifade ettiğim üzere yaz döneminde ilk atama yolu ile öğretmen alımının yapılmayacak olmasıdır. Birçok öğretmen aday adayı (adaylık sürecinin değişmesinden sonra kullandığım ifadedir), atanabilmek için KPSS ve alan sınavına girmektedir. Dikkatinizi çekerim, ATANMAK İÇİN. Bu nedenle onların atamasını geciktirmemek gerekir. Öğretmen aday adaylarının bu hakkını, belirsiz başka bir bahara erteleyerek kimseler ellerinden alamaz. Zira, yaz dönemi ataması, öğretmen aday adaylarının analarının sütü kadar helaldir kendilerine. Bu bakış açısı ile bakanımızın aceleci davranmadan konuya eğilip bir yol haritası çizmesi gerekir. En azından atanmayı bekleyen öğretmen aday adaylarının ne zaman atamalarının yapılması için başvurularının alınacağı duyurulmalıdır. Önlerini görüp ona göre planlamalarını yaparlar. Bana göre bu atamaların ötelenmesi altında yatan bir neden de, asgari ücret ile sarsılan devlet bütçesini, bu kısma ile ayağa kaldırmaktır. Yani yukarıda da değindiğimiz gibi kaşıkla verip kepçe ile ondan bundan şundan tüm kesimlerden almak. Ekonomi yönetiminin doğal kanunu gibi, öyle değil mi? Ama inanınız, hayatlar derinden etkilenmektedir.
Ayrıca, G.doğu’da 2015-2016 ders yılında doğru dürüst öğrenim göremeyen öğrenciler, 2016-2017 ders yılında öğretmen beklemektedirler, yaz dönemi yer değiştirme dönemlerinde G.doğu illerinin mazerete dayalı atamalarla boşalacağını ve bu bakımdan zaten var olan öğretmen ihtiyacının üzerine bir de böyle bir yüklenme ile öğretmen ihtiyacının had safhaya çıkabileceğini hesaba katarsak, bu tabloda öğrenciler MEB’in raporuna göre ortaya konmuş olan PKK’lı ücretli öğretmenlerin ellerine göz göre gör, biline biline teslim edilecektir. Bu durum ise ilk atamanın yapılmayacak olmasının, bizi bekleyen bir başka olumsuz sonucu olarak karşımızda durmaktadır. Yani atama yapılmayarak çok riskli bir sürece giriliyor aslında. Sayın bakan, ilk atama yapılmayacaksa, en azından bu sonucu göz önüne alıp milli bir harekette bulunarak, yaz döneminde G.doğu illerine ilk atama yolu ile öğretmen atamasının önünü açmalıdır. 2016-2017 ders yılında, bir simülasyon ile en çok öğretmen açığı olması beklenen G.doğu illeri tespit edilerek, tespit edilen yerlere çiçeği burnunda SAYIN BAKANIMIZDAN MİLLİ bir hamle ile ilk atama yapmasını bekliyoruz. Bu beklentimizin gerçekleşeceğini umuyoruz. Ve buna inanmak istiyoruz. Hem oradaki çocuklarımızın hem de öğretmen aday adaylarının istikbali için…
NOT 1:
G.DOĞU’DAKİ EĞİTİM ÖĞRETİM, TERÖR OLAYLARI NEDENİ İLE GELİŞEN SÜREÇTE BÜYÜK YARA ALMIŞTIR. BU YARANIN DAHA FAZLA AÇILMAMASI İÇİN İLK ATAMA YOLU İLE ÖĞRETMEN ATAMASI YAPILMALIDIR. VE G.DOĞU’YA ATANAN ÖĞRETMENLER BİR AN ÖNCE GÖREVLERİNİN BAŞINA GİTMELİDİR. EĞİTİMDEKİ BU YARA İSE, ORADAKİ ÖĞRETMEN AÇIĞININ KAPATILMASI LE KAPATILABİLİR ANCAK. VE BU MİNVALDE, ATANMIŞ ADAY ÖĞRETMENİ İLK 6 AY DERSLERE SOKMAYAN GÜNCEL ADAYLIK SÜRECİ DE GÖZDEN GEÇİRİLMELİDİR. MALUM, G.DOĞU’DA İSTİSNAİ VE OLAĞANÜSTÜ BİR HAL VAR... BU ŞARTLAR VE HAL ALTINDA, G.DOĞU’DA, NE ÖĞRETMEN ATAMASININ NE DE ÖĞRETMENİN DERS BAŞI YAPMASININ OLASI BİR GECİKMEYE TAHAMMÜLÜ BULUNMAMAKTADIR... ZİRA; TELAFİSİ MÜMKÜN OLMAYAN ZARARLAR VE SONUÇLAR ORTAYA ÇIKABİLİR...
NOT 2:
MEB, SARI SENDİKANIN YUKARIDA ANLATTIĞIMIZ YETKİ DIŞI FAALİYETLERİNİ SERBEST VE BOŞ BIRAKIRSA, EĞİTİM ALANLARINDA SERBEST PİYASA EKONOMİSİNİN VAHŞİ VE AÇGÖZLÜ YÜZÜNÜ DAHA FENA ŞEKİLLERDE VE HALLERDE GÖREBİLİR... KAMU ADINA İŞ YAPAN KOLTUKLARDA, BU KADAR SERBESTLİK VE AT KOŞTURMA, VAHŞİ VE AÇGÖZLÜ NEO-LİBERALLİĞİ BİLE AŞAN BİR DURUMDUR... NEO-LİBERALLİĞE BİLE RAHMET OKUTUR...
Saygılarımla…
Yahya ASLAN