Buluşmamızı ayarlayıp, evine gidiyoruz. Yıllanmış ve yalnızlık kokan bir apartman. Çiçeklerle dolu bir balkon dikkatimizi çekiyor. Tahminim doğru çıkıyor. Burası Saadet Berna öğretmenimizin evi, zile basar basmaz kapı açılıyor. Bir aile kucaklaşması gibi, yabancılık yaşamadan kaynaşıyorum. Görüşmemizi kendisinin isteği üzerine evinin yanındaki nezih bir kafede gerçekleştiriyoruz. Herkes O’nun tanıyor. Kafede “Hoş geldiniz Saadet öğretmenim” sesleriyle karşılaşıyoruz. Ne mutlu.
Küçük bir kız edasıyla sandalyesine yerleşiyor. Masmavi gözleri hala hayata mutlulukla bakıyor. Öyle ki “hedeflerim var. Hedefi olmayan insan bitmiştir. Ben hedeflerimi gerçekleştirene kadar ölmek istemiyorum.” Diyor. Sonra hemen çantasından çıkardığı Türk bayrağını özenle masanın üzerine yerleştiriyor. Öylesine hassas ki bu kutsal emanet konusunda, fotoğrafın çekileceği yere göre yıldızın aşağıda hilalin yukarıda olacağını söyleyip, “Bu bayrak, bu bayrak” deyip iç çekiyor.
O konuşurken dikkatimi çeken en önemli şey ne söylediğinden önce kullandığı ifadelerin güzelliği, netliği. Nice hatiplere taş çıkaracak kadar düzgün, takılmadan güzel bir Türkçe dilinden dökülüyor.
Bu arada kafede masamızla ilgilenen kominin –büyük ihtimalle bir üniversite öğrencisi- siparişlerimiz konusunda ki hassasiyetini ifade etmeden geçmek istemiyorum. Kendisi bazı ürünlerin içinde alkol bulunduğunu bizim tercihlerimize saygı duyduğunu, bunu açıklamasının vicdani sorumluluğunun bir parçası olduğunu söylediğinde mutlu oluyoruz. Bu karanlık günlerin içinde hoşgörü ve karşısındakine saygılı bir neslin ümidini yüreğimize atıveriyor. Ses kaydı yapacağımız için müziğin sesinin kapatılması ricamızda geri çevrilmiyor.
Bu samimi ortamda hiç soru sormasanız bile saatlerce konuşabilecek kadar donanımlı ve dolu asırlık çınar Saadet Berna öğretmenimizle söyleşimizi gerçekleştiriyoruz.
- Bize kendinizi tanıtır mısınız?
Saadet Berna: 30 Eylül 1918 Eskişehir doğumluyum. Eskişehir’i Yunanların işgalini gördüm. 2-3 yaş çocuklarından çekinin. Plak gibidirler. Ben de o yaşlarda bu hatırlarımı böyle hatırlıyorum. 42 buçuk yıl kadrolu öğretmenlik yaptım. Fakat özel okullarda çalıştığım için SSK emeklisiyim. Babam Selanik’in Kozana köyünden, manastır mezunu. İlkokul başöğretmeni. Babamdan çok faydalanmışımdır. Annem Osmanlıda ki muallim mektebinden mezun anaokulu öğretmeni. Annem 15 yaşında babamla evleniyor. En büyük çocuk benim. Eskişehir’de ilk özel Türk anaokulunu annemle babam açmıştır. Yıl 1926. 100 öğrencisi vardı. Kimse yiyecek ekmek bulamazken, kıtlık yılları, her konuda yokluk yılları, bu milletin fedakârlıkları unutulmaz. Yunan işgaliyle okullar kapatılınca babam bir manifaturacı dükkanı açtı. Ondan kazandığı ile bu okulu açmıştı o yıllarda. Çok zor yıllardı.
Benim eşim Eskişehir’de havacı bir askerdi. Çok yerler gezdik. İşte öğretmenliğimin 12 buçuk yılı Türkiye’nin çeşitli yerlerinde ilkokul öğretmenliği olarak geçti. 20 yıl Ankara Kolejinde, 10 yıl da Yükseliş Kolejinde idareci olarak geçti. Ben eşimin askeriyeden istifa etmesini istedim. Çok ölen oluyordu. İlkel uçaklar, çatışmalar… 1952 yılında kimsede yokken eşime araba aldım.
2 çocuğum oldu. Kızım sapsarı saçları, mavi gözleri… Çok güzel bir kızdı. 20 yaşında ameliyat masasında kaldı. Evlat acısı yaşadım (gözleri doluyor. Bana sarılıyor). Oğlu Ankara Koleji Fen’i bitirdi. Çok yanlış bir eğitim aldı. Bütün dersler İngilizceydi. Çok zorlandı. İngilizce eğitim olmamalı bence, İngilizce elbette öğrenilsin. Amerika’ya fotoğrafçılık eğitimine gönderdim. Sonra burada Sakarya caddesinde bir yer açtık, çok değerli arsalarımızı satarak. Sonra üniversite okusun istedim. Fotoğrafçılıkla uyumlu olarak arkeolojiyi seçtik. Doğru bir karardı. Meşhur arkeolog Ekrem Akurgal’ın talebesi oldu. Fotoğrafçılık çok işlerine yaradı. Kazılarda çıkarılan kalıntıları profesyonelce fotoğraflamazsan dünyaya tanıtamazsın. Bunu başardılar onlar. Oğlumun torunları var. 37 yaşında bir kız torunu.
- Cumhuriyetin ilk yıllarında kadın olmanın ve öğretmen olmanın zorlukları konusunda neler söylemek istersiniz?
Saadet Berna: Öyle bir soru sordun ki. Zorluklar hep vardı ama hep saygı gördüm. Özellikle Merzifon’da Yunan işgali, soykırım gibi işgaller bunları çok net hatırlıyorum. Her kapıyı kırıp istediğinin yapıldığı, genç delikanlıların alınıp götürüldüğü işgaller. Neler duyduk. İstiklal savaşında kadın-erkek, köylü-kentli ayrımı yoktu. Hepsi birlikte savaştı. Mutfakta bıçak bilendi, süngü oldu. Halk gömleğini çıkarıp askere verdi. Harbin silah taşıyanı kadındı, cephede savaşanı erkekti. Benim annem çalışıyordu da ben çok hissetmedim. Ama diğer kadınlar Atatürk’le kafes ardından çıktılar iş hayatına yöneldiler. Toplumun yarısı kadın. Yarısı hattan çekilirse toplumda yapılacak işler de yarım kalır. Tam olmak için kadın-erkek birlikte düşünmek üretmek lazım.
Hanımlar daima seri düşünürler, tez canlıdırlar, 6. Hisleri kuvvetlidir. Bundan dolayı anne evde model olmalı. Nasihat değil model. 6 aylık çocuk bile nasihati anlar ve istemez. Bir şiir vardı:
Sen erkeksin ben kadınım,
Senin kolun kanadınım.
Sen olursan asker,
Düşmana karşı durursun,
Memleketi korursun.
Yaralanırsan ben varım,
Gelir yaranı sararım.
Kadın ve erkek kanun önünde eşittir. Fiziksel anlamda Allah’ın yarattığına göre eşit olamaz. Herkes vazifesini yapmalıdır. Kadın için hem çalışmak hem ev hanımlığı çok zor…
- Geçmişte ve günümüzde öğretmenin değerini karşılaştırır mısınız?
Saadet Berna: Atatürk yurdu temizledikten sonra evvela öğretmenleri topluyordu. “Türkiye’nin geleceğini siz kuracaksınız “ diyordu. Atatürk’ün istediği buydu. Benim çocukluğumda öğretmen çok önemliydi. Ceketler iliklenirdi önlerinde.
İkinci olarak orduevlerinde subaylara gidip “Siz de ülkeyi düşmandan koruyacaksınız” diyordu. Şimdi ikisini de yok ettiler yavrum.
Ben Atatürk’ü böyle bir okul ziyaretinde gördüm. Ülkenin işgalden temizlenmesinden sonra Anıtkabir’de ki üstü açık arabasıyla – bu arabayı Ruslar hediye etmişti- Eskişehir’e gelmişti. Yanında köpeği ve şoförü vardı. Koruması yoktu. Millet O’nu öyle seviyordu ki… Atatürk Eskişehir İstanbul arasını trenle geçerdi. Halk onu görmek için tren garına akın ederdi.
Eskişehir Lisesi orta 1. Sınıftaydım. Sınıfımızı ziyaret etti. En ön sıradaydım. Yakından gözlerinde ki ışığı gördüm. Fen Bilgisi dersinde fiziksel- kimyasal olayları öğreniyorduk. Atatürk hemen konuyu ele aldı. Hükümet tabibinin oğlu Macit’i seçti. Çok çalışkan bu çocuk heyecandan konuşamadı bile. Sonra köy öğretmeni Şaban efendinin kızı Günseli’yi kaldırdı. Tam bir köylü güzeliydi. Atatürk burada da dehasını gösterdi. O “Köylü milletin efendisidir” derdi. Günseli soruyu güzelce cevapladı. Atatürk çok mutlu oldu, gülümsedi.
- Sizce günümüzde öğretmenlik mesleğinin hak ettiği değeri kazanması için neler yapılmalı?
Saadet Berna: Birkaç yıl önce Başkent öğretmen evindeyiz. Milli Eğitim Bakanı konuştu. 81 ilden genç öğretmenler var. Sonra bana verdiler mikrofonu. Bende öğretmenlik mesleğinin ne olduğunu, diğer mesleklerden farkının ne olduğunu anlatıyorum. Milli Eğitim Komisyonu üyesi milletvekilleriymiş. Nasıl dinliyorlar böyle can kulağıyla.
Evvela öğretmen iyi olmalı. Donanımlı olmalı. Diğer mesleklerde tek uzmanlı yetebilir. Öğretmen şu üç alanda uzman olmalı:
1- Pedagojik Formasyon
2- Alanında uzmanlık
3- Genel Kültür
Ayaklı kütüphane olmasına gerek yok ama bilgili olmalı. Aktüel bilgisi de çok önemli. Ben Yükseliş Kolejinde idareci iken öğretmen seçerken önce öğretmeni 1. Sınıfa verirdim. Öğretmen donanımlı değilse o yaş çocukları bile şişirir, damarları çıkar, tutunamaz.
İkincisi: öğretmeni devlet memuru sayıyorlar. Öğretmenlik farklı. Öğretmenlik para kazanma mesleği değil. Parayla yapılacak iş değil. Türk çocuğu senin oyuncağın mı parayla satın alıyorsun?
Öğretmene müfettiş gönderip şunu yapmadın bunu yapmadın demek yerine destek verilmeli, kurslar, seminerler gibi. Sonra bunların sertifikasına göre maaş zammı verilsin. Çünkü bu kurslarda kendisini yetiştirecek ve emek verecek.
Sonra öğretmenlik model olma mesleği. Düşünmeyi, araştırmayı öğretmeli öğretmen. Öğrenmeyi nasıl yapacağını öğrencisine belletmeli.
- Bay ve bayan öğretmenlerin eğitimde ki rolleri, etkileri farklı mıdır?
Saadet Berna: Elbette. Çocuğun babası yoksa veya iyi model olacak baba yoksa erkek öğretmen modeli güzel olur. Tercih öğrencinin ihtiyacına göre ayarlanmalı. Küçük sınıflarda bayan öğretmen daha önemli olabilir. Çocuğun altını ıslatma ihtimali var. Anneden kopamayan çocuklar var. Bayan öğretmenin şefkati önemli.
Öğretmenlikte insanları çok sevmek lazım. Velileri eğitimin içine katmanın faydasını gördüm. Çocukları meclis gibi karşılıklı konuştururdum, anne- babaları çağırırdım. Çocukların ne yapıp ne yapamadığını görmeleri çok iyi olurdu. Resim yaptırırdım bahçede. Veliler gelir izlerlerdi.
- Çalışma hayatında bayanlar birbirine destek oluyor mu?
Saadet Berna: Hanımlar birbirini kıskanırlar. Bizim zamanımızda başöğretmenler de sınıflar arası kıskandıracak iş yaptırırlardı. Bu şu sınıf şunu yaptı, sen de yap gibi. Yaşanan kıskançlıklar inanın insandan çok şey alıp götürüyor.
- Bayan öğretmenler için mesai nasıl olmalı? Tecrübelerinizle bu konuda neler söylersiniz?
Saadet Berna: Ben idareci iken çok çalıştırdım öğretmenlerimi (gülüyoruz) konferanslar, seminerler. Yukarıda unuttuk, öğretmenin emeklisi olmaz. Öğretmen hep toplumda model olmalı. Devletimize teklif ediyorum. Emekli öğretmenleri yeni göreve başlayan öğretmenlerin okullarına gönderip gezdirsinler. Diyarbakır, Tunceli… Öğretmenin rehberliğinden, tecrübesinden faydalansınlar.
Bu ikili eğitim hiç iyi bir şey değil ama. Çocuk içinde öğretmen içinde verimli değil.
- Güncel bir soru sormak istiyorum. Son zamanlarda kadına ve çocuğa şiddette bir artış var. Bunun nedenleri neler sizce?
Saadet Berna: Bunun nedeni ne biliyor musun? Çocuklarımız ailede şiddet görüyor. Çocuk ailede birey olarak değer görmüyor. Bardağı kırdın tokat, döktün tokat. İçinde kin biriktiriyor. Bütün meselelerini önce tokatla, gücü yetince de silahla çözüyor. Ailede 3 yaşında ki çocuğa bile oyuncak mı istiyor, alacaksınız karşınıza “paramız bu çocuğum, şu et parası, şu ekmek parası, kalırsa sana şu zamanda alacağız” demeli. Çocuk bilmeli, anlamalı, sebebini öğrenmeli.
Bir de şu var. Annem beş vakit namaz kılardı. Biz ondan öğrendik her şeyi. Kız kardeşim paşa eşiydi. Eşi askeri ateşe oldu, balolara da giderdi ama namazını kılardı. Çünkü biz annemden öyle öğrendik. Eğitimde söz değil model önemli. Din eğitiminde de çok önemli.
- Son olarak hedefleriniz olduğundan bahsetmiştiniz. Hedefleriniz neler?
Saadet Berna: (Benim kızıma dönüyor) insanlar ne iş yaparsa yapsın, en iyisini yapmalı. Yazı mı yazıyor en güzeli, konuşmamı yapıyor, en güzeli. Bardak mı yıkıyor, pırıl pırıl. Baştan savma ve laubali olmamalı.
Bana soruyorlar hocam ne yediniz de böyle dinç kaldınız diye. Yediğim önemli değil. Herkes ne yediyse onu yedim. Ben cevap olarak diyorum ki; Hep yamak istediğim bir şeyler var. İşlerimi seviyorum. Kendim yapıyorum. Hedeflerimi gerçekleştirmek için öbür dünyaya gitmek istemiyorum. Sonra, daha sonra.
Çok iş var. Anlatmak. Devlet kitapları veriyor. Sınıflar geçilince çöpe. Bunları itinayla toplayıp geri dönüştürmeliyiz. Eğitim de çok iş var. (cebinden yeşil ojesini çıkarıyor. Ertesi gün bir liseye davetli olduğunu söylüyor. “Gençler önce beni beğenmeli ki sonra söyleyeceklerimi dinlesinler” cümlesi zihnimize kazınıyor)
Bu değerli hanımefendi ile tanışmak ve bu güzel söyleşiyi yapmak bize çok şey kattı. Kendisini sendikamıza davet ederek, Aktif Web TV’de canlı bir program yapmak sözünü alarak sonlandırıyoruz birlikteliğimizi. Tekrar evine bıraktığımız Saadet öğretmenimizden hem mutlu, hem hüzünlü ayrılıyoruz.
Fatma Adil
Aktif Eğitim-Sen Çankaya Kadın Kolları Başkanı