Bir dert düşünün, kırk yıldır ona giriftar olmuşsunuz, ne sizi bırakıyor ne de siz ondan vazgeçebiliyorsunuz. Her yolu her yöntemi deniyorsunuz ama olmuyor. Gittikçe kangren oluyor, vücudu sarıyor, öyle ki, artık müdahale etmeseniz ölüm yakın.
Analar ağlıyor, çocuklar yetim kalıyor, kin ve nefret tohumları o güzel cennet vatanın her tarafında yeşermeye başlıyor. Çaresi olmayan tek şey, ölüm... Ve o ölüm her an herkesin kapısını çalabilir endişesi ile uykusuz kalan gözler, yürekler… Sabahlara kadar yapılan dualar, intizarlar, yakarışlar… Sabırla beklenen aşklar... Toprağa düşen fidanlar ve doya doya yaşanmadan biten aşklar, sevgiler ve özlemler... Yaşamayan bilir mi? Görmeyen anlar mı? gitmeyen hisseder mi? sevmeyen özler mi? ve böylece sönen tükenen ve biten 40 bin hayat… “Bir insanın ölümü bir âlemin ölümüdür" diyen kutsal bir öğretinin mensuplarının yaşadığı coğrafyanın bilançosu bu...
Vatan sevgisi, ah vatan sevgisi… Her bölgesindeki farklı esintisi ile kendini kalbimize nakşeden sevgi, kutsal sevgi… Sensizlik ölümlerden de beter. Senin sevgini dem ve damarlarında yaşamadan sadece nutuklarla anlatmak isteyenlere inat, hayatıyla seni yaşayanların vatanı. Sen kavgaya değil barışa hasretsin, sen kin ve öfke tohumlarının sergilenmesine değil, sevgi bahçelerinde dolaşan genç fidanlara hasretsin, o kadar ki, sen sevginin yaşandığı kardeşliğin hüküm sürdüğü, köprülerin gönüllere bağlandığı bir neslin özlemcisisin. Ama ne acı ki, senin bağrından yetişen tertemiz Anadolu evlatları toprağa düşerken biz sadece ve sadece nutuk attık. Anlamadık, bu fidanlar neden düşüyor, bu toprak çiçeklerle boyanırken, şimdi neden kanlar akıyor? Fildişi kulelerimizde sadece o fidanların anlık acılarını yaşadık, saniyeler sürdü verdiğimiz haberler. Dedikodu haberleri kadar yer veremedik senin evlatlarına, çünkü o masumlar reyting yapmıyordu… Şarlatanlıkların reyting rekoru kırdığı kulelerimizde masumiyet ve temizlik para etmiyordu. Vatan evladı, neydi o? para eder miydi? getirisi var mıydı? o zaman ne anlamı vardı? Saniyelerle ifade edildi ve geçildi, ama senin için güzel vatanım çok güzel nutuklar attık. Çook güzel şiirler yazdıkkk… Ama bu samimiyetsiz nutuklar bitirmedi, toprağa düşen yiğitleri, kavuşturmadı en güzel ve temiz aşkları, beklerken sevgiliyi toprağın bağrına düştü, bütün umutları ile artarak ve çoğalarak...
Terk edilmeyi göze alamayan hiçbir kalp sevemez. Bu acıları dindirmeye baş koymuş bir vatan evladı bu acıları ve sılaya kavuşmadan göçüp giden bu yiğitleri kendine dert etti, dava etti. Dert çekmeyen dert kadrini bilmez dedi. Baldıran zehri içerim dedi. Sonunda ölüm de olsa bu iş bitecek dedi. Siyasi hayatını riske etti. Siyasette hiç kimse rahatını bozmazken risk alan hatta sonu ölüm de olsa risk alan cengâveri bu topraklar az gördü. Vatan sevgisi nutuklar değil, insan yaşamına verdiğiniz değerle ölçülür. “Yaratılanı severiz yaratandan ötürü” öğretisini yaşam tarzı yapan bir ruh ikliminin çözeceği bir problemdi bu... Bu öğretiyi bilmeyen yaşamayan bir kalbin bu süreci anlaması ve anlamlandırması mümkün değildir.
Kim ne derse desin, bu problemi değerler kimliği olmayan hiçbir fert çözemez. Halkın vicdanından doğmuş bir liderin bu mücadelesini halk çok iyi alıyor, takip ediyor ve geceleri gözü yaşlı dualarla ona destek oluyor. Nutuk atarak vatan sevgisini dile getirenlere de sadece ve sadece gülüyor. Vatanı bu kadar seviyorsanız, şimdiye kadar bu kanın dökülmemesi için ne yaptınız? Ne çareler ürettiniz? Söylemleriniz kini ve nefreti arttırmadan başka ne yaptı? Saçtığınız tohumlar bugün bu milletin başına bela olurken siz hiçbir zaman rahatınızdan bir şey kaybetmediniz. Fildişi kulelerinizde keyfinize keyif kattınız. Madem bu kadar çok vatanınızı seviyorsunuz, öyleyse söylenmesi gereken, “gölge etmeyin yeter”.
Ölen evlatlar sizin değil ki, benim yeğenim, benim kardeşim, benim mahallelim, tesadüf mü bilinmez sizin sokaklara hiç uğramayan ölüm, hep bizim buralarda geziyor, bizler ölürken sadece nutuklar atılıyordu. Biz, siz ölün de “biz nutuk atalım” demiyoruz ama bırakın da bari bu ölümler bitsin…
Kim ne derse desin hayatı pahasına bu riski alan cengâveri, tarih ve bu milletin evlatları altın harflerle yazacak ve yâd edecektir. Bu büyük riski paylaşanlardan biri de Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet GÜNDOĞDU’dur. Aldığı risk büyüktür. Birçokları gibi hamasi nutuklar atıp, freni boşalmış heyecanlara kendini kaptırmak yerine, sorumluluk duygusu ile bu yükü, o da omuzlamak istemiştir. Kolaycılığı değil zoru, koltuğu değil milletini, heyecanı değil aklıselimi seçmiştir.
Ahmet GÜNDOĞDU hem bir konfederasyonun hem de eğitim iş kolunda faaliyet gösteren bir büyük sendikanın genel başkanıdır. Sayın GÜNDOĞDU’nun bu tasarrufu, Hükümetin ortaya koyduğu “Demokratik Açılım” hareketinin, bilinçli kampanyaların etkisinde muhataplarına ulaşmadan akamete uğratılması riskine karşı en anlamlı destektir. Bu destek, ülkenin en ücra noktasında yer alan ve devletin tek temsilcisi konumundaki öğretmenler eliyle, mesajın doğru ulaşmasını sağlayacak ve bir kez daha demokrasilerde halkın gücünü herkese gösterecektir. Bu destek, önemli makam ve mevkilerdeki kimi çevrelerin uzun zamanlar yaptığı gibi “halka rağmen siyaset üretme” devrinin kapandığını, halkıyla bir ve milletiyle var olan insanların devrinin başladığını göstermektedir.
İnsanoğluna sayılı günler hâlinde lütfedilmiş olan hayat nimeti, ilâhî bir imtihan vesilesidir. Akıllı insan, bu kıymetli imkânı en güzel şekilde ve dolu dolu geçirmenin yollarını arar. Dünya ve ahiret mutluluğunu bizlere vadeden yüce dinimiz İslam, muhataplarına daima hayır işlemeyi, iyiliklerde yarışmayı ve kötülüklerden sakınmayı emretmektedir.
Bu milletin hayrına olduğunu düşündüğümüz bu yolda, -kimilerinin görünmek bile istemediği bu yolda- koşturanlara selam olsun…
Dr. Ahmet Bahadır EROĞLU