Toplantılarda bir konuşma yapan Genel Dış İlişkiler ve Basın Sekreteri Sami Özdemir hem ülke hem de kamu çalışanları olarak sıkıntılı bir süreçten geçtiğimizi kaydederek, “Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim-Sen mensuplarına uygulanan muamele bir terör örgütüne uygulanmadı. Bugün bile Türkiye Kamu-Sen üyesi isen herhangi bir idari görevde olma şansın yok. Peki Yenikapı ruhu nerede kaldı? 15 Temmuz’dan sonra bu hain darbe girişimine tepki gösteren ve meydanlara inen bir sendikanın mensuplarıyız. 15 Temmuz’dan sonra verilen mesajlara bakarak, ‘Şimdiye kadar yanlışlar oldu ama bundan sonra Türk siyaseti de nefes alır, yumuşama iklimi sürer’ diye düşünüyorduk. Ancak ne yazık ki Yenikapı ruhu Külliyenin duvarlarını aşamadı. Bugün hala ötekileştirme ve hor görme anlayışı devam ediyor” diye konuştu.
“Ülkemiz bu sürece nasıl geldi?” diye soran Özdemir, şunları kaydetti: “Siz insanları liyakate ve ehliyete bakmadan makamlara getirirseniz, ahbap çavuş ilişkisiyle ihale verirseniz bu hainlerde ülke yönetimine el koymaya kalkar. Ülke savunması için kullanılması gereken, bizim vergilerimizle alınan silahlar, tanklar, uçaklar bu ülkenin evlatlarını hedef aldı. Bunlar acı şeyler. Kesinlikle kabul etmiyoruz. Siz insanlara o gücü verirseniz yarın başka 15 Temmuzlar kaçınılmaz olur.”
İkinci bir paralel yapının bürokrasiye sızmış durumda olduğunu belirten Özdemir, “Siyasetçiler, bürokratlar sözde sendikanın baskısından yılmıştır. Bir tepki gösterirsem makamımdan olur muyum düşüncesiyle bu sendikaya eyvallah ediyorlar. Onların kamuda ikinci bir paralel yapı oluşmasına neden oluyorlar. Yarın bunlar da mutlaka bedelini ödeyecektir” dedi.
Özdemir sözlerini şöyle sürdürdü: “Biz hiçbir zaman üyemiz olsun da kim olursa olsun demiyoruz. Hak edenlerin bir yerlere gelmesini istiyoruz. Herkes aynı siyasi görüşe ya da ideolojiye sahip olmayabilir ama liyakatli ise, herhangi bir usulsüzlüğü, yolsuzluğu yok ise, ülkesinin bölünmez bütünlüğünden yana ise bu insanlar makamlara getirilmelidir. Benim yanımdaysa baş tacı, benim gibi düşünmüyorsa yaşama şansı yok! Bu yaklaşım ülkemizde gerginliklere neden olmaktadır ve doğru değildir.”
15 Temmuz’dan sonra birçok masum insanın mağdur olduğunu söyleyen Özdemir, “Bir hattı en az 20 kişiye vermişler. Böyle olunca da mağduriyetler yaşandı” dedi. Özdemir şunları kaydetti: “Adalet Bakanı da ‘idari tasarrufla gönderdiklerimiz oldu’ dedi. Yazık, günah! Kaşını, giyimini, boyunu, posunu beğenmiyorum diye insanlar ekmeklerinden olmamalı. Bank Asya’ya para yatırdığı için ya da bunların okullarında çocuklarını okuttukları için açığa alınan, ihraç edilenler oldu. Oysa o bankanın açılışında devletin üst düzey yöneticileri birbirleriyle yarışa girdi. Devlet kontrolünde olan bir bankaydı. Diğer bankaların faiz oranı yüzde 1.20 iken, bu bankada yüzde 0.80’di. Bu ülkeyi yönetenlerin de paraları o bankada değil miydi? MEB Kanununa göre okul açmışlar ya da İçişleri Bakanlığı’nın kontrolüyle bir sendika kurmuşlar. Eğer bir suç varsa, suçluyu bulun. Ama sadece sendika üyesi diye insanların mağdur edilmesi de doğru değildir. Tabi şunun da altını çizerek belirtelim; bu hain işin içinde kimse varsa Allah bin kere belasını versin. Masumlar ise ayıklansın. Sayın Cumhurbaşkanı Fetö’yü “İbadet, ticaret, ihanet” olarak özetlemişti. Bir bakıyoruz gerçekten sadece ibadet için o kitlenin içinde olanların hepsi bertaraf olmuş durumdadır. İhale alanlar yedi sülalelerinin hayatlarını idame ettirecek ekonomik geliri elde etmişler. Siyasi kanat ise hala duruyor. Oysa bu hainleri güçlendiren bir siyasi yapı var. Fetö’nün siyasi ayağının cezalandırılması çok önemlidir.”
Türk Eğitim-Sen’in Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyete, bayrağımıza dilimize, ezanımıza sahip çıkan herkese kapısının açık olduğunu ifade eden Özdemir, “Ayrıştırarak bir yere varamazsınız. Devire göre adam değil, her devirde adam olmak için mücadele eden bir kuruluşuz” dedi.
Kamu çalışanlarının iş güvencesinin ellerinden alınmak istenmesine vurgu yapan Özdemir, şunları kaydetti: “Bu hükümetin kafasının arkasında kamu çalışanları ile ilgili planı var. O da iş güvencesidir. Anayasa’nın 128. Maddesi ‘Devletin asli ve sürekli işleri kamu çalışanları eliyle yürütülür’ der. Ama bunlar devlet memurluğu kavramını kaldırarak, işçi ve memuru birleştirmek istiyorlar. Devletin memuru değil, Hükümetin memuru yapmak istiyorlar. Biz devletin memuru olmak istiyoruz.
Bakınız; Tekel işçilerinin de iş güvencesi vardı. Sabah kalktıklarında kendilerini kapının önünde buldular. Biz Tekel işçilerinin eylemlerine destek vermiştik. Bizi eleştirenler oldu. Oysa aynı şey bir gün kamu çalışanlarının da başına gelir diye destek vermiştik. Bugün geldiğimiz noktada kamu çalışanlarının iş güvencesinin ellerinden alınmak istenmesine tanık oluyoruz.
Hatırlarsanız, Sayın Cumhurbaşkanı Başbakan iken, Pakistan dönüşü gazetecilerin ’Sayın Başbakan bu adamlar sizleri dinliyor, sizlerin hakkınızda dava açıyor, zor bir şey değil polisleri, savcıları neden toplamıyorsunuz? şeklindeki sorusuna ‘ Bu 657 var ya, bizim elimizi kolumuzu bağlıyor’ cevabı vermişti.
Çocuklarımız, torunlarımız yarın belki de en güzel üniversiteleri bitirecek. Mezun olduktan sonra taşeron firmaların eline düşmemesi için bugün bu mücadeleyi yapıyoruz. Aksi taktirde iş bulmak için iktidar partisinin yöneticilerine ve taşeron firmaların patronlarına eyvallah etmek zorunda kalacaksınız. Bu şekilde çocuklarımız devletin memuru değil, Hükümetlerin memuru olacak. Hiçbir demokratik ülkede de böyle bir çalışma sistemi yok. Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim-Sen olarak böyle bir çalışma yöntemine asla müsaade etmeyeceğiz.”
Özdemir sözlerini şöyle tamamladı: “Ellerinize ulaşan afişleri, broşürleri, dergi ve bültenleri mutlaka kurumlara ulaştırın. Web sayfamızı takip edin, ne kadar bilgi sahibi olursanız alanlarda o kadar etkili olursunuz ve sendikamızı daha iyi anlatırsınız. 21. Yüzyılda Eğitim ve Toplum isimli uluslararası hakemli bir dergimiz var. Bu dergi doçentlik sınavlarında 10 puan getiriyor. Bu dergiye makale göndersinler. Sosyal medyayı kullanırken de lütfen dikkat edelim. Bu konuda Türkiye genelinde birçok arkadaşımız mağdur oldu, hassas davranalım.”
Toplantıda bir konuşma yapan Genel Mevzuat ve Toplu Sözleşme Sekreteri M. Yaşar Şahindoğan 15 Temmuz darbe girişimini ve sonrasında yaşanan süreci değerlendirdi. Şahindoğan şunları söyledi: “Bilindiği gibi Türkiye 15 Temmuz darbe girişimini yaşadı.. Bu hain darbe girişimini ilk günden itibaren lanetleyen ve darbe girişimine karşı çıkan bir sendikayız. Demokrasi dışı hiçbir girişimi kabul etmediğimiz gibi, buna karşı çıkmaya dün olduğu gibi bugün de devam edeceğiz.
Yaşanan 15 Temmuz sürecinden sonra ülkemiz olağanüstü şartlar yaşamaya ve OHAL yönetimi ile yönetilmeye başlandı. İş ve işlemlerin uzun prosedürler gerektirmesi sebebi ile olağanüstü hal bir gereklilikti. OHAL tıpkı sıkı yönetim şekli gibi Anayasamızda yer alan bir yönetim şeklidir. Hiç kimse bu anlamda bu yönetim şeklinin Anayasaya aykırı olduğunu ya da demokratik olmadığını söyleyemez. Ancak OHAL dönemlerinde de olsa demokratik devletlerin hukukun üstünlüğünün korunması ve kişilerin bireysel hak ve özgürlükleri noktasında kısıtlamaya gitmemesi gerekir. Bu dönmede OHAL kararnameleri çıkarılmaya başlandı.
Bu süreç içerinde kamuda çok fazla ihraç yaşandı. Bunların bir kısmı 15 Temmuz darbesi ile ilgili olan örgütün mensuplarıydı. Ama bir kısmı da gerçekten bunlarla ilgisi olmayan insanlardı. Bunların sendikasına üye olmuş, bankasına para yatırmıştı. Bir kısmı da aynı IP’yi paylaşan insanlardan birisinin bylock indirmesi sonucu diğerlerinin de sanki bylock kullanıcısı gibi işleme tabi tutulanlardı. Biz suçlunun suçu ile aynı oranda cezalandırılmasından yanayız. Zaten 657 DMK da devlet memurlarının işleyebileceği suçları ve bunlara karşı verilebilecek cezaları düzenlemiştir. Ancak bu süreç içerinde maalesef insanlar ne ile suçlandıklarını bilmeden, hiç savunma hakkı tanınmadan ihraç edildiler. Biz hukukun üstünlüğünden, demokrasiden yana olduğumuzu her zaman söylüyoruz. Herkese savunma hakkı tanınmalıdır. Bunların arasından gerçekten mağdur insanlar var. Biz bazı sendikalar gibi üyesi açığa alındığında, ona kapıları kapatan bir sendika olamayız. Her zaman doğrunun, adaletin, hukukun üstünlüğünden yanayız. Bu anlamda mağdur olan kişilere hem bölge avukatlarımız hem de genel merkez avukatlarımız kanalı ile hukuki destek verdik.
Siyasi iktidar 15 yıldır ülkeyi tek başına yönetmenin şımarıklığını yaşıyor. Aşırı bir öz güven içerisinde. Ben istediğimi yaparım mantığıyla hareket ediyor. 15 Temmuz’u fırsata çevirme gayreti içerisinde olanlar, kendisine muhalif duruş sergileyenlere ciddi bir baskı oluşturdu ve bundan dolayı ciddi cezalarda verilmeye başlandı. Bu tam bir OHAL fırsatçılığıdır. Bu nedenle OHAL fırsatçılığının yapılmasına herkesin karşı çıkması lazım.
Kamu çalışanlarının iş güvencesinin kaldırılması gayretlerine dikkat çeken Şahindoğan: “Siyasi iktidar devlet memurlarının iş güvencesinden rahatsız. Bu iktidar gerektiğinde kapının önüne koyabileceği bir çalışan profili istiyor. Bunu da her fırsatta birçok devlet yetkilisi dile getiriyor. Kamuda iş güvencesi olmayan istihdam türlerini dillendiriyorlar. Devletin memuru değil, hükümetin, partinin memuru olsun istiyorlar. Böyle bir kafa yapısının demokratik olduğunu söylememiz mümkün değildir. OHAL fırsatçılığına bir örnek de büyük mücadeleler vererek kaldırttığımız sözleşmeli öğretmenlik uygulamasının yeniden getirilmesidir.”
Sözleşmeli öğretmenlik ve mülakat sistemini eleştiren Şahindoğan, “Bu siyasi iktidar mülakat sistemi ile insanları kendi karşısında eğmenin bükmenin, kendine biat ettirmenin bir yolu olarak görüyor.” dedi.
Şahindoğan sözlerini şöyle sürdürdü: “Sözleşmeli öğretmenliği yeniden hortlattılar. Üstelik sözleşmeli öğretmen alımında mülakat yöntemi de uygulanıyor. Bu siyasi iktidar zaten mülakatı çok seviyor. Her alana mülakat getiriyor. Yönetici atamalarına mülakat, öğretmen alımına mülakat, aday öğretmenlerin asli öğretmenliğe geçişinde mülakat getiriyor; şimdi ise üniversitelerimizde görevde yükselme yönetmeliğine de mülakat eklediler. Yani bir hizmetli görevde yükselmek için yazılı sınava girecek, bir de mülakata girdikten sonra ancak memur olabilecek. Her alana mülakat getirmek istiyorlar çünkü bu siyasi iktidar mülakat sistemi ile insanları kendi karşısında eğmenin bükmenin, kendine biat ettirmenin bir yolu olarak görüyor. Mülakatı kendi niteliksiz, liyakatsiz yandaşını istediği yere getirmenin bir aracı olarak görüyor. Mülakatı kendisinden olmayan insanların önünü kesmek için kullanıyor. Biz doğrudan doğruya torpil anlamına gelen mülakat uygulamalarına karşıyız. Sözleşmeli öğretmenlik uygulamasına da karşıyız. Kamuda tek istihdam şeklinin kadrolu istihdam olmasını istiyoruz. İş güvencesine sahip bir çalışma yöntemi olmasını istiyoruz. Bu yüzden de sözleşmeli öğretmenlik ile mülakatı da içeren yönetmeliği yargıya taşıdık. İnşallah yargı bu konuda bizim istediğimiz şekilde bir karar verecek; bu ucube sistemleri iş güvencesine sahip olmayan torpil sistemini ortadan kaldıracaktır.”
Performans sisteminin gerçek ölçütlerle yapılmadığını kaydeden Şahindoğan: “Milli Eğitim Bakanlığı öğretmen arkadaşlarımız için performans değerlendirmesi getirdi. Bu da tıpkı mülakat gibi uygulanan bir uygulamadır. Belki bazı iş kollarında insanların performansı ölçülebilir ama öğretmenin performansını çeşitli objektif kriterler ile ölçmenin çok mümkün olmadığını düşünüyoruz. Öğretmenin, performansını neye göre ölçüyorsunuz? Girdiği ders sayısına göre ölçersiniz, okuduğu yazılı yoklama kâğıdına göre mi ölçersiniz? Okulun büyüklüğüne göre mi ölçersiniz? Bir zamanlar doktorların performansını günlük baktığı hasta sayısına göre ölçüyorlardı. Öğretmeni de dersine girdiği öğrenci sayısına göre ölçersiniz ama bu gerçek bir performans değerlendirmesi olmaz. Yani çok öğrencinin dersine giren öğretmen iyi bir öğretmendir anlamına gelmez. Bu performans değerlendirmesini kimlere yaptırıyorlar? Okul müdürü, öğrenci velisi ya da öğrenci yapıyor. Böyle bir performans değerlendirme sistemi kabul edilemez. Biz bu konuyu da sendika olarak yargıya taşıdık. Hatta bazı illerdeki mahkemelerden müdürlerin yapmış olduğu performans değerlendirmelerinin iptali ile ilgili yargı kararları da çıktı. Bunun da mutlaka kaldırılması gerekir. Öğretmenin performansını bu şekilde sübjektif kriterlerle ölçülmesi sistemi yanlış bir sistemdir ve bunu da asla kabul etmiyoruz.” dedi.
Mahkeme kararlarının uygulanmadığının altını çizen Şahindoğan: “Maalesef bu iktidar döneminde mahkeme kararlarının uygulanmadığı pek çok örnek yaşıyoruz. Bilindiği gibi okul müdürlerimiz ile ilgili yasa çıkarıldı ve yöneticilerin görev süresi dört yıl ile sınırlı hale getirildi. Yani dört yılını dolduran yöneticiler sözde bir değerlendirmeye tabi tutularak 75 üzerinde puan alanlar yöneticiliğe devam ettirildi altında puan alanlar yöneticilik görevleri sonlandırıldı. Hukuk dışı, vicdan dışı ve asla objektif olmayan değerlendirmeler yapılarak insanların sendikasına göre yöneticilikleri devam ettirildi ya da sonlandırıldı. Yöneticilik görevi sonlandırılan arkadaşlarımız yargıya gittiler. Yargı; değerlendirmenin objektif yapılmadığı, bilgi ve belgeye dayanmadığı şeklinde kararlar verdi. Buna rağmen hukuka saygı yok. Mahkeme kararları sözde uygulanır gibi yapılıyor ama aslında uygulanmıyor. Bugün belki hukuk onlara lazım değil, bize lazım ama yarın onlara da lazım olacaktır. Hukuka saygısı olmayanların başkalarından hukuk beklemeye hakkı yoktur. Siyasi iktidarı hem okul yöneticileri ile ilgili hem şube müdürleri ile ilgili mahkeme kararlarını biran önce uygulamaya bunların gereğini yapmaya çağırıyoruz.” diye konuştu.
Şahindoğan sözlerini şöyle sürdürdü: “Okullarımızda görev yapan memur ve hizmetli arkadaşlarımız var. Milli eğitimin gerçekten en çok çilesini çeken kesimi bu insanlardır. Türk Eğitim-Sen olarak tüm eğitim çalışanlarına eşit ve eğitim çalışanlarının sorunlarını aynı derecede önemli gören bir sendikayız. Bizim için üniversitede ki profesörde okuldaki hizmetli de, öğretmen de aynı öneme sahiptir. Hizmetli arkadaşlarımızın görev tanımları ile ilgili çok ciddi sıkıntıları var. Hizmetli arkadaşlarımızın görev tanımları yapılırken, birçok görev tanımı yapıldıktan sonra müdürünün vereceği diğer işleri yapar deniliyor. Yani bu söz görev tanımını ucu açık hale getiriyor. Okul müdürünün vereceği hiçbir göreve itiraz edemez. Memur arkadaşlarımızı için de bu durum geçerli. İnsanların görev tanımları net olmalıdır. Görev tanımlarının netleştirilmesi için çalışmalarımız sürüyor. Hizmetli, memur arkadaşlarımızı eğitim çalışanlarının bir parçası olarak görüyoruz. Dolayısıyla öğretmen arkadaşlarımıza ödenen eğitim öğretime hazırlık ödeneğini mutlaka memur ve hizmetli arkadaşlara da ödenmesi gerekir. Bunun da mücadelesini hem toplu sözleşme masasında hem de bakanlık nezdinde yürütüyoruz. Bu arkadaşlarımız için görevde yükselme sınavlarının objektif mülakattan uzak hak edenin görevde yüksele bilmesini sağlayacak bir şekilde yapılmasını istiyoruz. Kurumların bu konuda özenli davranmasını işitiyoruz.”
Üniversite çalışanlarının sorunlarına da değinen Şahindoağan: “Türk Eğitim-Sen olarak üniversite çalışanlarını çok önemsiyoruz. Ülkenin gelişmesinin, kalkınmasının lokomotifi üniversitelerimizdir. Üniversitelerimiz her şeyden önce olağanüstü yetkilerle donatılmış olan rektörlerin derebeyliğinden çıkarılmalıdır.. Üniversitelerimizin demokratik ve katılımcı bir yönetim anlayışına kavuşturulması gerekir. Rektör seçimlerini Sayın Cumhurbaşkanı atamaya dönüştürdü. Bundan önce de rektör seçimi çok demokratik olmasa bile, en azından bir seçim yapılıyordu. En azından üniversite çalışanlarının bir kesimi oy kullanıyordu. Üniversitelerdeki rektörlük seçimlerinin yapılışı demokratik ve katılımcı değildir.
Şöyle bir örnek vermek gerekirse, Sadece İstanbul’dakiler oy veriyor, İstanbul’dakilerin seçtiği tüm ülkeyi yönetiyor. Böyle bir mantık hakim. Oysa üniversitelerde idari personel de var. O rektör idari personeli de yönetecek, O zaman bu insanların da rektör seçimlerine katılması gerekir.
Özellikle üniversitelerimizde görevde yükselme ve unvan değişikliği sınavlarının yapılması ile ilgili çok büyük bir keyfiyet yaşanıyor. Eski üniversiteler bu sınavları periyodik olarak yapıyor. Ancak yeni kurulan üniversitelerde derebeylik havası daha fazla olduğu için bu işler keyfe keder yürütülüyor. Rektörlük isterse sınav yapıyor, istemezse sınav yapmıyor. Birçok arkadaşımız bir üst görevin yıl, öğrenim şartlarını taşıyor ama sınav yapılmadığı için yükselemiyor. Bunların da bir düzenlemeye tabi tutulması gerekir. Merkezi bir sistem ile periyodik bir takvim haline getirilmesi gerekir.
Üniversitelerde senatolar bu derebeylik sisteminin aracı olarak kullanılıyor, keyfi kararlar alınıyor, bu keyfi kararlarla üniversitelerde çeşitli uygulamalar yapılıyor. Yükseköğretimde rektörlerin çok geniş yetikleri var ancak sorumlulukları öyle değil. Üniversite senatolarının da aldığı kararların yargı tarafından denetlenerek, keyfilikten çıkarılması gerekir.”
Yetki süreci ve Ağustos ayında yapılacak toplu sözleşmeye de dikkat çeken Şahindoğan şöyle konuştu: “Önümüzde 15 Mayıs yetki süreci var. Ağustos ayında da toplu sözleşme süreci olacak. Toplu sözleşmede masaya yetkili konfederasyon ve iş kolları bazında yetkili olan sendikalar oturuyor. Bundan iki yıl önce bir toplu sözleşme imzalandı. En son imzalanan toplu sözleşmeyi yetkili konfederasyon tarihi başarı olarak lanse etti. Oysa bu toplu sözleşmenin hükümlerine göre 2017 yılının ilk 6 aylık döneminde kamu çalışanlarına yüzde 3 zam yapıldı, oysa 2017 yılının sadece ilk iki ayında gerçekleşen enflasyon yüzde 3’ün üzerinde çıktı. Bundan sonra kalan 4 ayda cebimizden yemeye başlayacağız.
Yine toplu sözleşmede 21 madde uygulanmadı. Oysa toplu sözleşme metinleri kanun gücündedir. Peki 21 madde neden uygulanmadı? Çünkü bu maddelerin kesinlik içermiyordu, ucu açık olarak düzenlenmişti. Biz 4/C’lilerin kadroya alınmasını istiyoruz. Yetkili sendika da güya bunu istiyordu. 4/c’lilere kadro meselesini toplu sözleşme masasına götürdü. Toplu sözleşme metninde 4/C’lilere kadro için şu ifade yer aldı. ‘4/C’lilere kadro verilmesi ile ilgili çalışma yapılacaktır.’
Kültür iş kolundaki sendika toplu sözleşme metnine bir madde eklemiş. Bu maddede şöyle denilmiş: ‘Kültür iş kolunda çalışanların özlük haklarının düzeltilmesi için çalışma yapılacaktır.’ Biz sendika olarak Maliye Bakanı’na, Devlet Personel Başkanlığına sorular soruyoruz. 4/C’lere kadroyu da sorduk. Onlar da, ‘Toplu sözleşmede çalışma yapılacaktır yazıyordu, biz de çalışıyoruz’ diyorlar. Bu çalışma 10 yıl mı sürer, 20 yıl mı bilmiyoruz. Halbuki sorun çözmek için masaya oturan sendikanın ‘4/C statüsündeki çalışanlar şu tarihe kadar kadroya geçirilecektir’ diyerek, bir metin imzalaması gerekirdi.
Arka tarafta anlaşıp kameraların karşısında çadır tiyatrosu gibi temsil ortaya koyuyorlar. Kamu çalışanlarının sorunlarını çözmekten uzak olan bu malum sendikanın yetkili olmaya devam etmesi kamu çalışanları açısından üzücü bir durumdur. Bu süreçte daha çok gayret gösterelim. Kamu çalışanlarını bekleyen tehlikeleri, toplu sözleşmenin arkasındaki gerçekleri anlatalım.
İş güvencesi ile ilgili tehdit var. Eğer bu sarı sendika yetkili sendika olmaya devam ederse, bu sendika hükümetin karışışında iş güvencemizi koruyamaz. Varlığını hükümete bağlı olarak gösteren bir sendikanın velinimeti olan hükümetin karşısında çalışanların haklarını savunması mümkün değildir. Onların kamu çalışanlarının haklarını savunma gibi bir dertleri yoktur. “