Muallimlerimiz suçu âileye atıp mes’ûliyetten kaçamazlar.

Muallimlerimiz suçu âileye atıp mes’ûliyetten kaçamazlar.
Muallimlerimiz suçu âileye atıp mes’ûliyetten kaçamazlar.

Yeni Akit Yazarı Ahmet Tâlib Çelen Çocuklarımızı kim yetiştirsin? başlıklı köşe yazısı

Yeni nesillerin kendi rûh iklîmimize yabancılığından ve âidiyet duygularının sıfırlanmaya yaklaştığından şikâyet edince, bunda eğitim sistemi ve bilhassa öğretmenlerin vebâlini dile getirince öğretmen olduğu anlaşılan bazı sosyal medya kullanıcıları aşırı tepki veriyor ve suçu âilelere atıyorlar. “Biz çocuğa ahlâk vermekle mükellef değiliz, bu vazîfe âilelerin; çocukların ahlâkî eksiklerinin, din, vatan, millet gibi değerlere âidiyet hissi taşımamalarının mes’ûlü âilelerdir” demeye getiriyorlar. Âilelerin cehâletinden yakınıyorlar.

Ortada bir dert var ve bunu inkâr eden fazla değil. Fakat herkes suçu başkasına atıyor, kendini rahatlatıyor. Peki derdin çâresi nerede?

Çâre “mes’uliyet duygusu”nda. Herkes meselenin kendisini alâkalandıran kısmının mes’uliyetini hissedecek, yüklenecek ve vazîfesini yapacak.

Mesele sâdece eğitim sistemi, öğretmen ve âilede de bitmiyor. Dünyâ çapında bir şeytan imparatorluğu kendi düzenini yerleştirmek yolunda interneti ve sosyal medya platformlarını şeytanı bile kıskandıracak bir zekâ ile kullanıyor. Televizyon kanalları, eşcinselliğin reklâm merkezi hâline gelmiş dijital platformlar da dev dalgalar gibi üzerimize geliyor. Çocuklarımız daha beşikte iken bunların avucuna düşmeye başlıyor ve onların asıl yönlendiricisi bunlar oluyor. Öğretmen ve âile zurnanın son deliği hâline geliyor bu vaziyette. Öğretmenlerin de çocukları var ve onlar da çocuklarını bu çarklardan kurtaramıyor aslında. Hep birlikte bir kıyâmete doğru yol alıyoruz âdetâ.

Bir de sokaklar ve arkadaş grupları var. Bu arkadaş grupları da ekseriyetle bu ağların avucuna düşmüştür ve birbirlerini önden çekerek arkadan iterek bu değirmene sürüklüyorlar. Çocuklarımız gözlerimizin önünde öğütülüyor. Değirmenden çıkan mâmûlün bizim dînimizle, milletimizle, vatanımızla, kültürümüzle bir alâkası kalmıyor. Değirmenci nasıl bir ürün plânladıysa öyle bir şey çıkıyor ortaya.

Bu iç karartıcı tabloya rağmen bir şeyler yapmalıyız. Dünyâda hiçbir şey seyretmekle gerçekleşmez. Ağlamak sızlamakla olacak bir şey yok. Harekete geçmek mecbûriyetindeyiz. Hareket üssümüz de kaçınılmaz olarak yine âile ve maârif olacaktır. Âile de maârif de üzerine düşeni yapmazsa sonumuz iyi görünmüyor.

Muallimlerimiz de suçu âileye atıp mes’ûliyetten kaçamazlar. Evet, âileler de bu meselenin hissedârlarından ama ilk temeli attıktan sonra yapabilecekleri çok az şey var. Üst seviyede bir eğitim faaliyetiyle çocukların yabancı kültür saldırıları karşısında takviyesi ekseriyetle âilelerin boyunu aşan bir iştir. Bu seviyeden sonrası eğitim müesseselerine düşmek zorundadır. Milletiyle inanç ve ideoloji çatışması içinde olmayan bir devletin aslî vazîfelerinden biri yeni nesilleri millî değerleri istikâmetinde yetiştirmek, onları kurda kuşa yem etmemektir. Gelecekte var olmak isteyen bir milletin devleti bunu yapmak zorundadır. Var olmanın şartı millî mefâhirini bilen ve severek, heyecânla yaşayan yeni nesillerdir. Aksi hâl izmihlâldir.

Âilelerin mes’ûliyetini inkâr etmemekle birlikte asıl vazîfenin maârif (eğitim) sisteminde ve bilhâssa da muallimler üzerinde olduğunu söyleyeceğim. Çünkü maârif, muallimdir, hocadır. Hoca ne ise yeni nesil de odur. Yukarıda bahsettiğimiz bütün şeytânî vâsıtalara rağmen bu böyledir. Hoca, hâlâ gelecek nesillerin inşâsında ve yönlendirilmesinde en mühim unsûrdur. Bin yıldır İslâm’ın temsilcisi olan bir milletin çocuklarını husûsî olarak yetiştirilmiş bir eğitim ordusuyla yoldan çıkardılar. Âileler çocuklarının yabancı bir inanç ve kültüre savrulduğunu acılar içinde seyretti sâdece. Elinden hiçbir şey gelmedi. Bugünkü sancımızın kaynağı da bu savrulan nesillerdir. İnsan düştüğü yerden kalkar. Bu savruluşun çâresi de eğitim sisteminde zihniyet inkılâbı ve savrulmamış muallimlerdir. Muallimler bir önceki yazımızda anlattığımız gibi mutlakâ “İstiklâl Marşı kriterleri”nden geçirilmelidir. Bin yıldır Müslüman milletimizle eğitim sistemi ve bilhassa muallimler inanç ve kültür çatışmasına düşmemelidir. Eğitim sistemi dînî, millî, ahlâkî, insânî değerlerimiz istikâmetinde hareket etmelidir. O zaman âileler de eğitim sisteminden memnûn kalacak, sisteme ve hocalara daha fazla destek olacaklardır. Şu anda âileler çocuklarını sosyal medya ile birlikte eğitim sisteminden nasıl kurtaracaklarının da telâşında. Çünkü teslîm ettiği çocuk başka bir insan olarak geri gelmekte. Bu çatışma mutlakâ bitirilmeli, eğitim sistemi ve onun eli kolu mesâbesindeki muallimler milletle inanç-kültür çatışmasına girmemelidir. Kısaca eğitim sistemi ve hocalar millî değerlerimiz istikâmetinde yürümelidir.

“Hoca bu sosyal medya, dijital platformlar karşısında ne yapabilir?” demeyiniz. Aşk sâhibi hocalar hâlâ talebelerin gözdesidir ve sözlerinden, bilhassa hareketlerinden çok etkilenirler. Ortaokulda dersine girdiğim bir kız talebemin sözünü hiç unutmam: “Hocam, iyi ki sizinle tanışmışım; ilkokul öğretmenim beni ateist yapmıştı.” Bu sözde iki unsur var: 1- İlkokul öğrencisinin bile beynine girip ateist yapan öğretmen. İşte maârifin derin derdi budur. Bu halledilmeden yapılan her şey boştur. 2- Bütün kötü şartlara rağmen hocanın müspet mânâda yönlendirme gücü hâlâ vardır. Derin çâre de bu inanç ve heyecânı taşıyan hocaları bulup sistemi onlarla işletmektir.

Âileler hem kültür yetersizlikleri hem de günlük hayâtın hay huyu içinde çocukları ile fazla alâkadâr olamayabiliyor. Çocukların eğitim bakımından en uzun müddet bulundukları yerler yine de mekteplerdir. Bu yüzden yeni nesilleri ahlâkî, millî ve insânî bakımdan yetiştirme vazîfesi yine en çok maârife ve muallimlere düşmektedir.

HABERE YORUM KAT

Yorum yazarak topluluk şartlarımızı kabul etmiş bulunuyor ve tüm sorumluluğu üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Mebpersonel.com İnternet Sitesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.