OSMANLICA'nın Anlamı Nedir ?

OSMANLICA'nın Anlamı Nedir ?
19. Milli Eğitim Şura çalışmalarının ön çalışmalarında Konya ili olarak “öğretim programları ve haftalık ders çizelgeleri” komisyonunun başkanlığını yürütmüştüm. İki günlük çalışma sonunda öğretim programı alanında pek çok kararlar alınmıştı.

 Bu kararlardan birisi de “Osmanlıcanın liselerde ders olarak okutulması” da vardı. Çok katılımlı olarak yürütülen bu komisyonun aldığı bu karar, daha sonra şurada benimsendi ve aynı zamanda tartışmaların da nedeni oldu. Bence bu tartışma netice itibariyle olumlu gelişmelere katkı sağlayacaktır. 

Osmanlıca dersinin lise programlarına konmasına yönelik tavsiye kararı sonucu gelişen tartışmalar aslında, dünün (ve bu günün de) aydınlanmacı seküler kesimleri ile muhafazakâr (mukaddesatçı) kesimlerinin yıllardır sürdürdükleri tartışmanın kalbidir demek, kanaatimce doğru bir tanımlamadır. Batı yakasında zihniyet olarak değişen bir şey yok. İdeolojik tarafgirlik ne menem bir bela ki;  girdiği aklı sağduyudan, olağandan, olması gereken düşünceden uzaklaştırıyor. Bu milletin neden kendi ile bu kadar uğraştığının, neden ortak eksende bir anlayış geliştiremediğinin pek çok sebebinin yanında; asıl sebebin kimlik krizi olduğu gerçeğini öncelikle tekrardan tartışmamız gerekecektir.

Alfabe, milleti millet yapan, onu diğerlerinden ayıran tüm kültürel değerlerin kayıt altına alındığı sembollerdir. Binlerce yıllık gelenek ve kültürel zenginliğin kayıt altına alındığı eserlere ulaşamayan, okuyamayan bir nesil sadece kendiyle uğraşmanın ötesine ne yazık ki geçemiyor.

Osmanlıca’ dan maksadımız kullanılan dil ise; bu dil, Türkçe’nin kendisidir. Maksadımız alfabe ise;  bu bir yazı dilidir. Farklı bir lisan değildir. Osmanlıca, zamanında kullanılan Türkçe konuşma diline uygun olarak düzenlenmiş Arap alfabesidir. Bu alfabeye birkaç harf ilavesi yapılmıştır. Yani, şimdilerde programa konulmak istenen Osmanlıca konuşma dili değil; yazı dilinin alfabesidir.  Bu konuda da insanımızın kafası karışık durumda gibi…

 Yüzyıllardır oluşan kadim geleneğin ve onun taşıyıcısı olan kültüre/entelektüel birikimleri kayıt altında tutan “alfabe” türünün bir çırpıda silinmeye çalışılmasının neye mal olduğunu anlayabilmek için saf, duru bir zihin ve görebilen gözle bakmak yetecektir. Oysa Türk modernleşmesi Üçüncü Selimle başlayıp, İkinci Mahmut’la ivme kazanan, İkinci Abdülhamit’le  belli alanlarda pratiğe dönüşen ve Cumhuriyetle birlikte daha somut adımlar atılan bir seyir üzerine inşa edilmişken; birden tüm kültürel sermayenin toplumdan arındırılmaya çalışılması kalıcı problemlerin nedeni olmuştur. Cumhuriyet devrimlerinin bir çoğu Osmanlı ve erken Cumhuriyet aydınları tarafından desteklenirken, alfabe değişim konusunda ciddi tartışmaların gündeme geldiğini tarihçilerden öğrenmekteyiz. Alfabe değişim süreci “ideolojik” duruş sergilemeyen entelektüel/aydın kesimlerce de hep tartışılagelmiştir. Yeni bir kültürün topluma benimsetilmesi daha sağlıklı yürütülebilecekken, hızlandırılmış ve önceki kültür ögelerinin toplum üzerinden tamamıyla alınmaya çalışılması ne yazık ki Türk toplumu  için kültürel krizlere neden olmuştur. Oysa Latin Alfabesine geçiş daha sağlıklı ve doğal bir süreçte yürütülebilirdi.

Osmanlı Alfabesinin bilinmesi, Latin Alfabesinden vazgeçme anlamı taşımamaktadır. Bu hususta yapılan tartışmaların kalitesi bile, müşterek doğrularda birleşemediğimizin bir göstergesidir. Türk entelektüelinin okullarda Osmanlıca’ nın öğretilmesine karşı çıkması, bağnaz, ideolojik duruşun bir göstergesidir. Biri kalkıp ta Osmanlıca’ yı “mezar taşlarının okutulması” olarak değerlendirebiliyorsa(kadim kültüre temelli bir düşmanlığı yoksa) bu tutum, cehaletin hangi kertede olduğuna dair bir işarettir.

Acaba Osmanlı döneminde düşünceye yönelik eserler var mıdır? diye sorsak; pek çok kişi bilmediğini ifade edecektir. Bu sorunun cevabı olarak, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ali Utku editörlüğünde bir grup akademisyenin “Osmanlı Felsefe Çalışmaları Atölyesi” ne bir bakmak gerekecek. Osmanlıda bu tür düşünceye yönelik eserlerin neşredildiğinin farkında olan kaç Türk aydını var? Ya da Osmanlıca metni okuyamayan aydına, aydın diyebilmek ne kadar mümkün?

Öğretim Programlarımıza Osmanlıca dersinin konulması kanaatimce isabetli bir karardır(dersin zorunlu ya da seçmeli olması ayrıca tartışılmalı). Bu bize, geçmişimize ait eserlerin birinci elden okunmasını sağlayacaktır. Kendi tarihsel kaynaklarına uzaklaşan, yabancılaşan bir toplum “hafızasını” kaybetmiştir. Burada alınan bu karar, hafızaların tekrardan diriltilmesi yönünde bir başlangıç niteliği taşımaktadır.

Son sözü batılı bir düşünüre bırakalım. Nede olsa aydın olmanın referans noktasını batı yakasında görenlerin anlamasına belki katkı sağlayabilir. Selam ve muhabbetle.

Batı ülkelerinde bir lise öğrencisi eski metinleri okur ve anlar. Siz bir harf devrimi yaptınız, eski metinler kütüphanelerde kaldı. Tarih bir milletin hâfızasıdır; tarihini bilmeyen millet, hâfızasını kaybetmiş insana benzer. Bir milletin kültürünü kontrol etmek, o milletin dilini kontrol etmekle; bir milleti imhâ ise nesilleri mâzisinden, tarihinden ve bilhassa millî ve mânevî değerlerinden koparmakla mümkündür. (B. Lewis)

 

Zafer Özer- Eğitimci

HABERE YORUM KAT

Yorum yazarak topluluk şartlarımızı kabul etmiş bulunuyor ve tüm sorumluluğu üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Mebpersonel.com İnternet Sitesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.