İLÇE MÜDÜRÜ TARİHE GEÇTİ

İLÇE MÜDÜRÜ TARİHE GEÇTİ
Anayasa Mahkemesine ilk ferdi başvuruyu, Yalova Termal İlçe Milli Eğitim Müdürü Ali İNAN yaptı.
Önceki Milli Eğitim Bakanı Nimet BAŞ’a açtığı davalar ile amansız bir hukuk mücadelesi veren Yalova Termal İlçe Milli Eğitim Müdürü Ali İNAN, Anayasa Mahkemesine ferdi müracaat eden ilk kişi oldu.

Daha önce; Şişli İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'ne atama talebi yerine getirilmediği için Bakanlık yetkililerini dava açan Yalova Termal İlçe Milli Eğitim Müdürü Ali İNAN, mahkeme kararlarına rağmen atamasının yapılmaması ile ilgili olarak Danıştay, önceki Milli Eğitim Bakanı Nimet BAŞ hakkında suç duyurusunda bulunmuştu.


Termal İlçe Milli Eğitim Müdürü Ali İNAN, İdari Mahkemelerin verdiği kısmen kabul, kısmen red kararlarının sonucunda, idarenin mahkeme masraflarını şikâyet edene tahakkuk ettirmesinin Anayasa’ya aykırı olduğunu iddia ederek, Anayasa Mahkemesine ilk ferdi başvuru yapan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak tarihe geçti.


“Anayasa Mahkemesine Başvurunun Özeti”


2 Kasım 2011 tarihinde yürürlüğe giren 659 sayılı KHK nın 14. Maddesinin 1) bendi ;


“(1) Tahkim usulüne tabi olanlar dahil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekalet ücreti takdir edilir.”


Şöyle açıklamak gerekirse; idarenin bir işlemi ile ilgili iptal ve tazminat davası açtınız. İptal davasını kazandınız ve sizin belirlediğiniz tazminattan daha az bir tazminata mahkeme hükmetti. Bu durumda 2 Kasım 2011 tarihinde yayınlanan 659 sayılı KHK nın 14. Maddesi gereği, idarenin mahkeme masraflarını davacı ödemek zorunda kalıyor. İşlemin iptaline mahkeme hükmetse bile böyle bir durum ile karşı karşıya kalınabiliyor. İşte bu uygulamanın ,Anayasanın 2.,10.,12.,36., 40. ve 125. maddelerine aykırı olması nedeniyle yürürlüğünün durdurulmasına ve akabinde iptali için Anayasa Mahkemesine başvuru yapılmıştır.


Mahkemeye Başvuru Dilekçesi;


 


                             ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞINA


                                                                             ANKARA


İPTAL DAVASINI AÇAN      :Ali İNAN   Yalova Termal İlçe Milli Eğitim Müdürü

                                                     İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Termal/YALOVA


                                                     T.C.Kimlik No:


                                                     Telefon No : 0505 589 .......


İPTALİ ve YÜRÜRLÜĞÜNÜN DURDURULMASI


İSTENEN KANUN HÜKMÜNDE KARARNAME :   02.11.2011 tarihli ve 28103 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin 659 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 14.maddesi 1.fıkrası.


DAVANIN KONUSU: 02.11.2011 tarihli ve 28103 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin 659 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 14.maddesi 1.Fıkrasının Anayasanın 2.,10.,12.,36., 40. ve 125. maddelerine aykırı olması nedeniyle yürürlüğünün durdurulmasına ve akabinde iptaline karar verilmesi talebimden ibarettir.


AÇIKLAMALAR: İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler ve idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olan kişilerin, idari işlemlerin yürürlüğünün durdurulması ve iptali ile maddi ve manevi zararlarının tazmini talebi ile Danıştay, idare mahkemesi ve vergi mahkemelerinde dava açılabileceği 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2.maddesinde belirtilmiştir.


Bu kapsamda hakkımda yapılan idari işlem/işlemler nedeniyle kişisel haklarım doğrudan muhtel olduğundan, Anayasal, yasal ve demokratik haklarımı kullanma uğruna, idari işlemlerden dolayı mağduriyetimin giderilmesi için, doğal ve yasalara uygun olarak idare mahkemelerinde davalar açtım.


Açtığım dava/davalar sonucunda dava konusu ettiğim işlemlerin yürürlüğü durdurulmuş, akabinde iptal edilmiş olup, aynı davada talep ettiğim maddi ve manevi tazminat miktarları tam olarak kabul edilmeyip, kısmen kabul, kısmet ret şeklinde sonuçlanmış, bu itibarla idari işlemin iptali yanında, davalı idarenin talep ettiğim miktardan daha az manevi tazminat ödemesine hükmedilmesi ile birlikte, davalı idare lehine vekalet ücretine de hükmedilerek, AAÜT’de belirtilen miktar kadar vekalet ücretinin davalı idareye tarafımdan ödenmesine karar verilmiştir. (EK:1/1-2-3)


Bu karara göre davalı idare, 10.05.2012 tarihinde adi mektup postası ile tarafıma tebliğ edilen yazıları ile söz konusu vekalet ücretini 30 gün içinde ödememi istemiş, (EK: 2 ) ve 08.06.2012 tarihinde tarafımdan ödenmiştir. (EK:3)


Ayrıca, mahkeme kararlarının uygulanmaması nedeniyle daha sonra aynı konuda yeniden açmak zorunda kaldığım davalar sürecinde, davalı idare verdiği savunmalarında; Davanın reddi ile davalı idare lehine iş bu davaya konu 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin KHK’nin 14. maddesi gereğince vekalet ücretine hükmedilmesi talebinde bulunmuştur. (EK:4/1-2-3-4-5)


Özetle arz ettiğim bu olaylar toplamından idare lehine vekalet ücretine hükmedilmesi talebinin ve kararının dayanağı 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin KHK’nin 14. maddesi 1.fıkrası: “Davalardaki temsilin niteliği ve vekalet ücretine hükmedilmesi ve dağıtımı başlıklı 14. Maddesi: “MADDE 14 ‒ (1) Tahkim usulüne tabi olanlar dahil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekalet ücreti takdir edilir.” hükmüne amir olup, dibacede de arz ettiğim gibi bu madde Anayasamızın 2.,10.,12.,36., 40. ve 125. maddelerine açıkça aykırıdır.


Bu nedenlerle söz konusu KHK.’nin 14.maddesi hükmünün yürürlüğünün durdurulması ve akabinde ipli gerekir.


FERDİ BAŞVURUMUN KABUL EDİLEBİLİRLİK GEREKÇESİ:   Yüksek malumları olduğu üzere, Anayasamızın 150.maddesi, “Madde 150 – Kanunların, kanun hükmündeki kararnamelerin, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün veya bunların belirli madde ve hükümlerinin şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla Anayasa Mahkemesinde doğrudan doğruya iptal davası açabilme hakkı, Cumhurbaşkanına, iktidar ve ana muhalefet partisi Meclis grupları ile Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az beşte biri tutarındaki üyelere aittir. İktidarda birden fazla siyasi partinin bulunması halinde, iktidar partilerinin dava açma hakkını en fazla üyeye sahip olan parti kullanır. “152.maddesinde ise; “ Madde 152 – Bir davaya bakmakta olan mahkeme, uygulanacak bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini Anayasaya aykırı görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa, Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar davayı geri bırakır. Mahkeme, Anayasaya aykırılık iddiasını ciddi görmezse bu iddia, temyiz merciince esas hükümle birlikte karara bağlanır.


Anayasa Mahkemesi, işin kendisine gelişinden başlamak üzere beş ay içinde kararını verir ve açıklar. Bu süre içinde karar verilmezse mahkeme davayı yürürlükteki kanun hükümlerine göre sonuçlandırır. Ancak, Anayasa Mahkemesinin kararı, esas hakkındaki karar kesinleşinceye kadar gelirse, mahkeme buna uymak zorundadır.


Anayasa Mahkemesinin işin esasına girerek verdiği red kararının Resmi Gazetede yayımlanmasından sonra on yıl geçmedikçe aynı kanun hükmünün Anayasaya aykırılığı iddiasıyla tekrar başvuruda bulunulamaz” hükümlerine amirdir.


Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkilerini düzenleyen Anayasamızın 07.05.2010 tarih ve 5982 sayılı kanunun 18. maddesi ile değişik 148. maddesinin Ek fıkrasında; “ Bireysel başvuruya ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir.” denilmektedir.


Bu hükümlerden hareket edildiğinde; açıkça hukuka ve Anayasaya aykırı olan söz konusu KHK. Maddesinin iptali için Anayasa Mahkemesine ancak, Cumhurbaşkanı, iktidar ve ana muhalefet partisi meclis grupları ile TBMM. Üye tamsayısının en az beşte biri tutarındaki üyelerin dava açabileceği görülmektedir. Diğer taraftan bir davaya bakmakta olan bir mahkemenin de Anayasanın 152.Maddesi gereğince, bir kanunun Anayasaya aykırılığı konusunda dava açabileceği hükme bağlanmıştır.


Mahkemelerin bu tür iptal davalarını re’sen veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasını ciddi görürse açacağı belirtilmişse de; Böyle bir iptal davasının mahkemede taraf olarak benim talebim üzerine açılması varsayılsa bile, yine aynı maddede belirtildiği gibi, Anayasa Mahkemesinin bu davayı beş aylık bir sürede sonuçlandıracağı düşünüldüğünde, doğal olarak adaletin tecellisini geciktirerek akamete uğratacağı şüphesizdir.  


Ayrıca, bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin Anayasaya aykırılığı nedeniyle, ferdi olarak YÜRÜRLÜĞÜNÜN DURDURULMASININ istenemeyeceğine dair bir Anayasa hükmü de yoktur.


Öte yandan, Anayasamızın 148.maddesinin Ek fıkrasında belirtilen “ Bireysel başvuruya ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir.” hükmü ise, 12.09.2010 tarihinde yapılan halkoylaması ile kabul edilmiş ve bu konudaki Yüksek Seçim Kurulu Kararı 23.09.2010 tarih ve 27708 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak, söz konusu hüküm resmen yürürlüğe girmiştir.


Ancak bu madde hükmündeki, kanunla düzenleme görev, yetki ve sorumluluğu yine Anayasamızın Yasama Yetkisi başlıklı 7. maddesine göre TBMM.’ne aittir. Anayasanın 148.maddesi Ek fıkrasının kabul edilerek yürürlüğe girdiği tarihten bugüne kadar, yaklaşık iki yıllık bir süre geçmesine rağmen böyle bir yasal düzenleme yapılmamış olması, kişisel ve hukuki hakları ihlal edilen bir vatandaşın mağduriyetinin giderilmesi ve hukuk devletinde hukukun üstünlüğünün gerçek olarak tesis edilmesi ve demokrasi adına Anayasa Mahkemesine bireysel olarak başvurmasına engel teşkil edemez.


Ayrıca, Anayasaya aykırılığı nedeniyle iptalini talep ettiğim 659 sayılı KHK. 14.maddesi yukarıda arz edilen Anayasa düzenlemesinden yaklaşık bir yıl sonra ihdas edilerek yürürlüğe konulmuştur.


Bir başka yönden bakıldığında, yine Anayasamızın 90.maddesine göre; Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası anlaşmalar kanun hükmündedir. Hukuki normlar hiyerarşisine göre, “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin millet­lerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”


Bu nedenle de milletlerarası andlaşmalarla ulusal kanunlar arasında aynı konuda farklı düzenlemelerin yer alması halinde uygulanacak hukuk normları hususunda teoride ve uygulamada tereddütler söz konusu olursa, 5170 sayılı Kanun’un 7. maddesiyle getirilen düzenleme ile, usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla, ulusal kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümlerinin esas alınacağı belirtilmektedir. Bu nedenle, söz konusu değişiklik çerçevesinde, temel hak ve özgürlüklere ilişkin usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalarla ulusal kanunlar arasında farklılık olduğu takdirde milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınması gerekmektedir.


Bu kapsamda, iptali istenen KHK.’nin 14. maddesi T.C. Devletimizin Yüksek Sözleşmeci Taraf olarak imzaladığı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin “ Adil Yargılanma Hakkı” başlıklı 6.maddesine de açıkça aykırıdır.


Bahse konu sözleşmenin 6.maddesi aynen; Madde 6: Adil Yargılanma Hakkı :


1- “Herkes, gerek medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili nizalar, gerek cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir. Hüküm açık oturumda verilir; ancak, demokratik bir toplumda genel ahlak, kamu düzeni ve ulusal güvenlik yararına, küçüklerin korunması veya davaya taraf olanların özel hayatlarının gizliliği gerektirdiğinde veya davanın açık oturumda görülmesinin adaletin selametine zarar verebileceği bazı özel durumlarda, mahkemenin zorunlu göreceği ölçüde, duruşmalar dava süresince tamamen veya kısmen basına ve dinleyicilere kapalı olarak sürdürülebilir.

2- Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır.


3 – Her sanık en azından aşağıdaki haklara sahiptir:


a- Kendisine yöneltilen suçlamanın niteliği ve nedeninden en kısa zamanda, anladığı bir dille ve ayrıntılı olarak haberdar edilmek,


b- Savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olmak,


c- Kendi kendini savunmak veya kendi seçeceği bir savunmacının yardımından yararlanmak ve eğer savunmacı tutmak için mali olanaklardan yoksun bulunuyor ve adaletin selameti gerektiriyorsa, mahkemece görevlendirilecek bir avukatın para ödemeksizin yardımından yararlanabilmek,




d- İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında çağırılmasının ve dinlenmesinin sağlanmasını istemek; 

e- Duruşmada kullanılan dili anlama dışı veya konuşma dışı takdirde bir tercümanın yardımından para ödemeksizin yararlanmak.”



Yine aynı sözleşmenin Etkili Başvuru Hakkı başlıklı 13. maddesinde : “ Bu sözleşmede tanınmış olan hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkes, ihlal fiili resmi görev yapan kimseler tarafından bu sıfatlarına dayanılarak yapılmış da olsa, ulusal bir makama etkili bir başvuru yapabilme hakkına sahiptir.”   Şeklinde tesis edilmiş ve Ülkemizin de içinde bulunduğu taraf devletlerce imzalanarak yürürlüğe konulmuştur.


Bu hakikatler karşısında, söz konusu uluslar arası anlaşmalara imza koymuş taraf bir devletin vatandaşı, bu anlaşmalardan doğan hak ve menfaatleri çerçevesinde, iç hukuk bağlamında hakkının haleldar olması halinde kendi ülkesinin en yüksek mahkemesine de başvurabilir.


Arz ettiğim bu nedenlerle Yüce Mahkemenize ferdi olarak müracaat etmem için herhangi bir engel olmadığından, iş bu başvurumun kabulü gerekir.


İPTAL ve YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİNİN GEREKÇESİ: Yukarıda da arz ettiğim gibi, 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin KHK’nin 14. maddesi Anayasamızın   2.,10.,12.,36., 40. ve 125. maddelerine aykırıdır.


Çünkü;


1- Anayasamızın Cumhuriyetin nitelikleri başlıklı 2.maddesi “ Madde 2 – Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir. “ hükmüne amir olup, bu maddede geçen adalet anlayışının, herhangi bir şekilde haksızlığa uğrayan veya uğradığını iddia eden vatandaşların adaletten başka sığınacak bir yeri olmadığı gerçeğinden hareketle, adaletin tecellisini sağlamak görevinin devletin asıl görevlerinin başında olduğudur. Bu noktada aynı maddede geçen “ hukuk devleti ”nden kasıt ise, hukuku ve hukukun üstünlüğünü tüm devlet organlarına hakim kılan bir yönetim anlayışını ifade etmektir. Bu itibarla hukukun üstünlüğünü tesis etmek ve böylece adaletin tecellisini gerçekleştirmek adına devlet her türlü tedbiri alıp, vatandaşlarına gereken yardım ve kolaylığı göstermek zorundadır. Aksi halde adaletin tesis ve tecellisini gerçekleştirmek mümkün olmaz, en azından tam olarak mümkün olmaz ve adaletin olmadığı yerde zulüm ve sefaletin olması kaçınılmaz ve doğal bir sonuç olur.


Bu ifadelere bağlı olarak, dava konusu Kanun Hükmünde Kararnamenin 14.   maddesinden parası olmayanın hukuk ve adalet hizmetlerinden faydalanmasının kısıtlandığı açık ve net olarak görülmektedir.


Yani her hangi bir hukuksal durum karşısında haksızlığa uğrayan vatandaşın, yargıya gitmesi için mahkeme sonucunun mutlaka kendi lehinde sonuçlanacağını önceden bilmek zorunda kalması gerekir ki, bu zorunluluk akıl ve mantık dışı olup, bunun ne hukukla ne adaletle, ne de yargı bağımsızlığıyla ilgisi olamaz.


2- Anayasanın 10.maddesinde; “Madde 10 – Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.” denilmektedir.


Bu maddedeki eşitlik ilkesi kapsamında, tüm vatandaşların yasalar karşısında mutlak ve tartışmasız suretle eşit olup herkesin kanunlar ve adaletten hiçbir ayırım ve güçlük olmadan rahat ve adil olarak istifade etmesi gerektiğine göre, dava konusu olan Kanun Hükmünde Kararnamenin 14. maddesi takdir buyrulacağı gibi bu eşitliği engelleyip vatandaşa yasalar önünde güçlük çıkarmakta ve yasaların herkese aynı ve eşit olarak uygulanmasını kesin olarak engellemektedir. Yine bu noktada sosyal hukuk devletinin görevi engelleyip kösteklemek değil desteklemektir.


3- Anayasamızın Temel hak ve hürriyetlerin niteliği başlıklı 12 maddesinde ifadesini bulan “Madde 12 – Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir. Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder. “ Şeklindeki amir hüküm ile, her vatandaşın temel haklarını kanunlar önünde hiçbir engel ve güçlük çıkarılmadan araması gerekir. Bu anlamda vatandaşın karşısına çıkacak her türlü yasal ve hukuki güçlüğün onun temel haklarını savunmasını imkansız hale getireceği kesindir.. Bu engel ve güçlüğün özellikle devlet tarafından vatandaşın önüne konulması ise; hiçbir şekilde hukuk, adalet, demokrasi ve hakkaniyetle bağdaşmaz. Bu da normal ve doğal olarak Anayasaya aykırılık teşkil edecektir.


4- Anayasamızın Hak arama hürriyetini düzenleyen 36.maddesindeki; “Madde 36 – Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.” hükmü ile devlete, kanun yapıcıya çok daha önemli görevler yüklenmiştir. Bu cümleden olarak, her vatandaş yukarıda da arz ettiğim gibi muhtel olan hakkını arayıp, adaletin tecellisi için hukuk devleti düzeninde bağımsız ve tarafsız mahkemelere başvurmak zorundadır. Çünkü, Anayasal hukuk düzeninde vatandaşın nihai olarak hakkını arayıp ona kavuşması ancak yargı organları eliyle, mahkeme kararları ile mümkün olacağına göre, hak aramak uğruna mahkemelere başvurmak zorunda kalan kişilerin bu hürriyetlerinin kısıtlanması, temelde demokrasi anlayışı ile tam anlamıyla çelişmektedir.


Asıl görevlerinden biri de, vatandaşlarının huzur ve mutluluğunu tesis etmek olan hukuk devleti, kendi yüce varlığını adeta bir özel kişi yerine koyarak, vatandaşını karşısında davalı-davacı olarak rakip görüp, elinde bulunan devlet güç ve yetkisi ile onların hak ve adalet arama adına yargı organlarına başvurmalarını güçleştirip engellemek olmamalıdır.


Böyle bir durumda hukuk devleti gerekleri tam olarak yerine getirilemeyeceğinden, adalet ve hukuki sistemin yerleşmesi şüphesiz akamet ve sekteye uğrayacaktır.


Bireylerin özellikle idari yargı yerlerinde açacağı davalarda konu, doğal olarak bir idari işlem veya eylem olacağından haliyle davalı taraf idari eylemde bulunan devlet organlarını temsil eden kamu tüzel kişilikleri olacaktır. Yani vatandaş davacı, devlet davalı konumunda olarak yargılama süreci başlayacaktır. Bu noktada Anayasamızın yukarıda zikredilen 36.maddesi gereği “Hak arama hürriyeti“ kapsamında, her vatandaşın hakkını arama uğruna davacı olarak bağımsız ve tarafsız mahkemelere başvurması gerektiğinden iptali istenen KHK. Maddesinin hak arama hürriyetini engelleyici olduğu kuşkusuzdur.


Öte yandan Anayasamızın Yargı yolu başlıklı 125. maddesinde “ Madde 125 – İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır….”   Şeklindeki hükmü ile de, her türlü idari işlem ve eylemlerin yargı denetimine tabi olduğu açık ve kesin olarak emredilmektedir.


Yani,   İdare aleyhine açılan davalara “yargısal denetim” olarak bakmak gerektiği de hukuk devleti olmanın ayrı ve önemli bir vasfıdır.


Bu hüküm kapsamında idarenin işlem ve eylemlerinin yargı denetimine sunulması, ancak bu işlem veya eylem deneniyle hakkı ihlal edilerek mağdur olan vatandaş tarafından yapılabilecektir.


Ancak, idarece mağdur edilen vatandaşın yargıya başvurması, söz konusu KHK.’nin 14. maddesi nedeniyle engelleneceğinden, böylece Anayasamızın amir hükümlerinden olan “Yargısal denetim” müessesesi de doğal olarak sağlıklı işleyemeyecektir. Dolayısıyla da vatandaş, mutlak surette haklı olduğu bir hukuki durumda bile hakkını aramak için mahkemelere başvurma aşamasında, en azından ciddi bir tereddüt ve umutsuzluk yaşayacaktır.


Bu nedenle yargı denetimine tabi ol(a)mayan idari işlem veya eylemin geri alınması da mümkün ol(a)mayacağı için, yasalara aykırı olarak yapılabilecek idari işlemler artacak ve hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmayan hak ihlalleri devam edecek, bu nedenle telafisi zor, hatta imkansız durumlar zinciri uzayarak, yargısal denetim müessesesi de fiilen ortadan kalkacaktır.


5- Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde genel bir değerlendirme ve yorum yapıldığında; Yargı yerlerine hak arama adına yapılacak her türlü başvurunun “Temel hak ve hürriyetler” kapsamında olduğu da kuşkusuzdur. Bu bağlamda yine Anayasamızın Temel Hak ve Hürriyetlerin Korunması”nı düzenleyen 40. maddesinde “ Madde 40 – Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir. Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır. “ şeklindeki düzenleme ile sosyal ve hukuk devleti olarak vatandaşlarının haklarını aramaları konusunda yönlendirici ve yardım edici bir önemli görev ve sorumluluk taşımaktadır. Bu görev ve sorumluluk kapsamında Anayasal görevini bir tarafa iterek, huzur ve mutluluğunu tesis etmekle görevli vatandaşlarının adalet önünde hakkını aramalarını engelleyici nitelikte yasa yapması tartışmasızdır ki, hukuk devleti ilkelerinin amaç, ilke ve ruhuna aykırıdır.


Ayrıca, kamu idareleri ile vatandaş arasında meydana gelebilecek uyuşmazlıklar nedeniyle açılan davalarda, gerekli savunmayı yapmak üzere ilgili mevzuatı dahilinde atanan avukat, hukuk müşaviri… vb. gibi görevlilerin asıl görevi kamu adına savunma yapmaktır. Kadroları bu iş için ihdas edilmiş, atama ve görevlendirilmeleri bu iş ve işlemler için yapılmıştır. Bunun dışında adeta serbest avukat gibi sunularak, yasal hakkını aramak uğruna kamu idareleri aleyhine dava açan vatandaşlardan vekalet ücreti talep edilmesi kamu tüzel kişiliği adına hukuka uygun olamaz.


Hukuk devletinin en önemli görevlerinden biri de adaleti sağlamak olduğu gerçeğinden hareket edildiğinde, yaptığı idari eylem ve işlemler nedeniyle kendi aleyhinde dava açarak hak aramak adına ve yargısal denetimi gerçekleştirerek buna katılım ve katkıda bulunan vatandaştan vekalet ücreti talebinde bulunması hukuk ve adalet kavramları ile uygunluk göstermez.


Kaldı ki, adli yargı mercileri önünde, talep edilmesi halinde şüpheli kişilere ücretsiz savunma yardımı yapıldığı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde açılan davalarda hiçbir masraf ve harç bile alınmadığı dikkate alındığında, idari davalarda devletin vekalet ücreti talebinde bulunması tüm hukuk kuralları ve insan haklarına açıkça aykırıdır.


Yüce Mahkemenizin değişik kararlarında müteaddit defalar belirtilip vurgulandığı gibi; Hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve hürriyetleri koruyarak daha kuvvetli hale getiren, işlem ve eylemleri tamamen hukuka uygun olan, her platformda adil bir hukuk düzeni tesis edip, bunu daha da geliştirerek sürdüren, Anayasamıza uymayan tutum, davranış ve durumlardan çekinerek kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına hakim kılan, Anayasa ve hukukun üstün kuralları ile kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, kanunların üstünde kanun koyucunun da bozamayacağı esas hukuk kavram ve ilkeleri, ve Anayasanın egemen bulunduğunun bilincinde olan devlettir. Dahası; hukuk devletinde kanun koyucu, koyduğu kanunların sadece Anayasaya değil evrensel hukuk kuralları ve evrensel insan haklarına da uygun olmasını sağlamakla yükümlü ve sorumludur.


Evrensel hukuk ilkeleri, hakkın kötüye kullanılmaması, hüsnü niyet, ayrımcılık yapılmaması, haklara saygı, vatandaşın haklı talep ve beklentilerinin korunması, hukuk güvenliği, adalet, eşitlik,…gibi uluslararası kabul edilen hukukun üstün kurallarını ifade etmelidir.


Diğer bir taraftan Anayasamızın 11. maddesinde “Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.” hükmü mevcuttur.


Netice itibariyle hukuki olarak hakkını arayan bir vatandaşın önüne sosyal ve hukuk devleti tarafından hiçbir engel çıkarılmamalıdır.


Bu nedenlerle iptali ve yürürlüğünün durdurulmasını talep ettiğim 659 sayılı KHK.’nin 14.maddesi hakkını arayan vatandaş için engeldir ve Anayasaya aykırı olup iptali gerekir.


YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİNİN GEREKÇESİ: Yine yüksek malumları olduğu üzere Yüce Mahkemenizin kararları verildiği tarihten itibaren hüküm ifade edip, geriye dönük olarak işlememektedir. Oysa, idare aleyhine açmak zorunda kaldığım idari davaların bir kısmı sonuçlanmış, bir kısmı temyiz aşamasında, bir kısmı ise halen daha devam etmektedir. İptali ve yürürlüğünün durdurulmasını talep ettiğim 659 Sayılı KHK.’nin 14. maddesi gereğince idari yargı yerleri, kısmen kabul edip kısmen reddettiği davalarda bile idare lehine vekalet ücretine hükmetmektedir. Nitekim, örneğini sunduğum mahkeme kararına istinaden, idarenin yazılı talebi üzerine AAÜT’nde belirtilen ücret 08.06.2012 tarihinde tarafımdan ödenmiştir. Yani idari işlemin iptali yönünden lehimde, tazminat yönünden ise kısmen lehimde sonuçlanan bir dava sonunda bile davalı idareye vekalet ücreti ödedim. İş bu dava sonunda söz konusu KHK.’nin 14. Maddesi iptal edilse bile Anayasa Mahkemesi kararlarının geriye işlememesi nedeniyle yaptığım bu ödemenin geri alınması da haliyle mümkün olmayacak, bundan sonraki davaların süreç ve neticesinde uğrayacağım muhtemel zararların da daha sonra telafisi imkansız olacaktır.


Ayrıca Anayasal ve hukuk devleti düzeninin, hukuka, insan haklarına ve genel adalet anlayışına aykırı kanun ve tanzimlerden bir an önce arındırılması, hukuk devleti olmanın çok önemli gerek ve gerçekleri arasında bulunduğu da tartışmasızdır.  


Anayasaya aykırı mevzuatın devam ettirilmesi, itina ile koruyup kollanması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de şüphesiz zedeleyip yaralayacaktır. Bu bağlamda hukukun üstünlüğünün sağlanmadığı veya sağlanamadığı bir devlet düzeninde, kişilerin hak ve hürriyetleri de garanti altında olmayacaktır. Bu önemli ve öncelikli ilkenin zedelenmesi ise hukuk devleti açısından telafisi imkansız hal ve zararlara yol açacaktır.


Telafisi imkansız olacak bu zarar ve durumların meydana gelmesini engellemek için açık ve tartışmasız olarak Anayasaya aykırı olan ve iptalini talep ettiğim 659 sayılı KHK.’nin 14. maddesi 1. fıkrasının iptal davası sonuçlanıncaya kadar, gecikmiş adalet, adalet değildir gerçeği de dikkate alınarak öncelikle YÜRÜRLÜĞÜNÜN DURDURULMASINI talep ediyorum.  


NETİCE ve TALEP: Yukarıda arz ve izah ettiğim ve Yüce Mahkemenizce re’sen dikkate alınacak nedenlerle, Anayasamıza aykırı olan, 02.11.2011 tarihli ve 28103 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren “Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin 659 sayılı Kanun Hükmünde Kararname”nin 14.maddesi 1.fıkrasının uygulanmasının devamı halinde telafisi zor, hatta imkansız zararlara neden olacağından öncelikle YÜRÜRLÜĞÜNÜN DURDURULMASINA ve bilahare İPTALİNA karar verilmesini saygılarımla arz ve talep ederim. 14.06.2012


Ali İNAN
Yalova Termal İlçe 
Milli Eğitim Müdürü


 


HABERE YORUM KAT

Yorum yazarak topluluk şartlarımızı kabul etmiş bulunuyor ve tüm sorumluluğu üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Mebpersonel.com İnternet Sitesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.