Adaylık Süresi, Engel Süresi Kadar Artık
Diğer kamu kurum ve kuruluşlarında açığa alınmış personel sayısı ile kıyaslandığında, MEB’in bu bakımdan, 15 Temmuz FETÖ kalkışmasından en fazla etkilenen bakanlık olduğu anlaşılıyor. Diğer kamu kurum ve kuruluşlarında kurum bazında açığa alınan personel sayısına tek tek bakıldığında, bu sayıların, MEB’de açığa alınmış personel sayısının yarısını bile geçmediği açık bir şekilde görülecektir. Hal böyle iken, mevcut durum karşısında MEB’in en fazla personele (çoğunluğu öğretmen) ihtiyacı duyan bakanlık olduğu da su götürmez bir gerçek olarak kabul edilebilir. Bu minvalde değerlendirildiğinde ifade etmem gerekiyor ki, eğitim öğretim işlerinin ve faaliyetlerinin süreklilik ve devamlılık ilkelerine dayalı olduğu düşünülürse, bu alanda hiçbir şekilde büyük bir boşluk olamaz ve olmamalıdır. Bu bağlamda, MEB’in, personel boşluğunu (özellikle öğretmen) doldurmak için kollarını sıvayarak harekete geçtiğini söyleyebiliriz.
Açığa alınmış 22 bin personelin akıbeti hala belirsizliğini korur iken, yukarıda da üzerinde durduğumuz gibi MEB’in ders yılı başlamadan evvel açığa almalarla meydana gelen bu etkiyi ve sirayeti kırması ve bertaraf etmesi için elini çabuk tutması gerekiyor. Bu bağlamda, MEB, eğitim öğretim ortamına etki ve sirayet ederek boşluk oluşturmuş 15 Temmuz sarsıntısının bıraktığı izi ortadan kaldırmak ve ders yılı içinde de hissettirmemek için Mali Bakanlığından da uygun görüş alarak 15 bin sözleşmeli öğretmen alımı yapılmasına karar vermiştir. Yalnız, açığa alınmış öğretmen sayısı ve halihazırdaki öğretmen açığı düşünüldüğünde, bu sayının da ihtiyacın çok altında olduğu kanaatini taşıyorum. MEB’in, ders yılı başladığında 15 Temmuz izini daha hızlı silmesi ve etkisini daha çabuk kırıp hissettirmemesi için ders yılı başlamadan evvel daha fazla öğretmen alımı yapmasının en doğru ve uygun olan bir yaklaşım olduğu düşüncesindeyim. Ders yılı başlamadan evvel MEB’in elini çabuk tutarak, daha fazla öğretmen alımı yapmak için şu an kullandığı atama yöntemini ya da yolunu tercih etmemesi gerekirdi. Ama gelin görün ki, sözleşmeli öğretmen istihdam yolunu tercih etmesi, atamada KPSS yerine sözlü sınav puanını esas alması, bunların her biri MEB’in daha atik davranması ve ders yılı başlamadan evvel atama iş/işlemlerini bitirmesi önünde başlıca handikaplardır. Zaten, ilan edilen sözleşmeli öğretmen atama takvimine bakıldığında görülecektir ki, sözlü sınav süresi bu süreçte bir zaman kaybıdır, atamanın yapılacağı tarihi neredeyse ders yılı başladıktan 3 hafta sonraya (nerdeyse 1 ay) ötelemiştir. Yani, bu şu demektir, 3 hafta öğrenciler ya ücretli öğretmen ile idare edecekler ya da öğretmen ataması bekleyen dersleri boş geçecek. Çocukların, bazı derslerinin heba edildiği 3 haftadır bu. Telafisi mümkün olmayan 3 hafta diyorum. Velileri rahatsız edecek, öğrencileri endişelendirecek ve okul idarelerinin hiç de memnun olmayacağı, başlarının çaresine bakmak zorunda kalacağı 3 hafta... Bu zaman kaybının nedeni ise sözleşmeli öğretmen alımında kullanılacak olan ve söz konusu takvimde de yer verilen sözlü sınav işidir. MEB, OHAL sürecinde, her şeyin aciliyetinin bulunduğu bir dönemde sözlü sınav gibi zaman alacak bir iş ile başına iş açmıştır. Halbuki, MEB’in iş/işlemlerde elini çabuk tutacağı ve iş/işlemlerde hızlı olacağı böyle bir dönemde, KPSS puanı esas alarak sözleşmeli öğretmen atamasını kısa süre içinde tamamlayabilirdi. Hatta; bu atama sözlü sınav şartı olmadan, yalnız yazılı sınav puanı esası ile yapılacak olsaydı, atanacak öğretmen sayısı da bu doğrultuda daha fazla olabilirdi. Bu bahsedilen handikapların kaldırılması halinde, yalnız KPSS puanı esas alınarak daha fazla sözleşmeli öğretmen alımı yapılabilir kanaatindeyim.
Öğretmen ihtiyacı, şu an itibariyle MEB’in aciliyet gerektiren bir işidir. Bu işi, Şubat’a ya da başka zamanlara ötelememelidir. Ders yılı başlamadan evvel aciliyeti bulunan bu işi tamamlamalıdır. Yoksa, bu işi tamamlamadığı takdirde eksik ya da yarım gördüğü, zamanında görmediği bu iş yüzünden ders yılı içinde başına başka işler açabilir ve o işlerle uğraşmak zorunda kalabilir. 3 haftalık bir kayıp, binlerce öğretmen açığı, 1 ders yılını kaybettirebilir. Ve böyle bir risk var önümüzdeki süreçte. MEB, ilan ettiği sözleşmeli öğretmen atama takvimini yeniden gözden geçirerek, ders yılı başlamadan evvel 15 binden daha fazla; hatta şu an öngörülen söz konusu alımın 2 katı yani 30 bin sözleşmeli öğretmen alımını gerçekleştirmeli, takvimden sözlü sınavı çıkarmalı ve eğitim öğretim ortamını ders yılı başlamadan evvel hazır hale getirmelidir. Ne veli ne idare ne öğrenci ne de öğretmen hiç kimse belirsiz bir eğitim öğretim yılına başlamak istemiyor. Unutulmamalıdır ki, nasıl başlarsa öyle gider. İşleri hale yola koymak için söz konusu bu takvimi değil, sözlü sınavı olmayan, atamanın ders yılı başlamadan evvel tamamlandığı atama takvimini yürürlüğe koymalıdır. Her ne kadar sözlü sınavlar başlamış olsa da, zararın neresinden dönülürse kardır. Yalnız KPSS’yi esas alarak atama yapılırsa, hak yerini bulacak, iş yükü olmayacak, işler daha hızlı yürüyecek, bu bakımdan OHAL’in ruhuna ve amacına da uygun hareket edilmiş olunacak, sözlü sınavlarda görevli insanlar zan altında bırakılmayacak, zaten zan altında kalmaları için şartlar o kadar müsait ki, sözlü sınavları çıkarıp her zaman yapıldığı gibi yalnızca KPSS puanı esas alınıp atama yapmak, kolaylaştırmaktır bence. Kolaylaştırmak varken neden zorlaştırıyoruz? Şu süreçte, kolay olursa, hak yerini bulur, adalet yerini bulur. Zorlaştırarak, ne hak ne hukuk ne adalet doğru yere varabilir. Sözlü sınav yerine TES’in de ifade ettiği üzere bir güvenlik soruşturması ile öğretmen adaylarının ne olduğu anında ortaya çıkar. Sözlü sınavda, inanınız ki, FETÖ mensubu kişinin ‘tedbir’ yaparak kendini saklaması daha kolaydır. Hal böyle olunca, devletimiz kişi hakkında FETÖ irtibatı, iltisakı, aidiyeti ve bağlantısı olup olmadığını anlamak için sözlü sınava gerek duyup bunu uygun görerek işini iyice zorlaştırıyor, içinden çıkılmaz hale sokuyor, karşı tarafın ise sözlü sınav, şu iklimde işine geliyor ve işini kolaylaştırmış oluyor.
Şimdi bir soru sormak istiyorum, KPSS’den 80 üstünde bir puan alıp sözlü sınavda 70 puan alan birisi, sizce sözlü sınav komisyonunda bulunan kişileri, ortamın havasından da yararlanarak ya da bu havayı kendi lehine kullanarak FETÖ’cü olmakla suçlarsa ne olacak? Tekrar söylüyorum, OHAL’in ve dönemin ne havasına ne özelliğine ne de ruhuna SÖZLÜ SINAV uygundur. Sözlü sınav, göreceksiniz, sözlü sınav sonuçlarının ilanı ile birlikte tarafların birbirlerini suçlayacakları bir alan olma özelliği ile karşımıza dikilecek. Bir de onunla uğraş babam uğraş.
Sonuç olarak, esnek davranıyoruz, bir adım yaklaşıyoruz, her ne kadar karşı çıksak da bu istihdam tipine ve bu statüye, MEB’de böyle bir statü ile öğretmen çalıştırılamayacağı deneyimlerle tescilli desek de, OHAL dolayısıyla sözleşmeliye amenna diyoruz, ama sözleşmeli öğretmen ataması yapar iken, öğretmen adaylarına hakkını teslim etmeyecek SÖZLÜ SINAVA hayır diyoruz, ders yılı başladıktan 3 hafta sonra atanan öğretmen ile öğrencileri buluşturacak, bu bakımdan öğrenciyi mağdur bırakacak ve bazı dersleri heba edecek, öğrencileri derslerinden geri bırakmış olacak, idareyi de zor durumda bırakacak BU ATAMA TAKVİMİNE DE HAYIR diyoruz, en önemlisi ise açığa alınanlar ve mevcut açık dikkate alındığında atanacak 15 bin sayısına da, nicel olarak az olduğu gerekçesiyle, öğretmen açığını kapatamayacak ve öğrencileri belki de FETÖ’cü ve PKK’lı ücretli öğretmenlerin eline bırakacak olmasından dolayı hayır diyoruz. Tüm bu anlattıklarım bağlamında, ‘Hayır’ı bol bir sözleşmeli öğretmen atama takviminin ve bu süreç ile ilgili sonun pek de hayırlı olacağı kanaatinde değilim. Ama atanacak olan 15 bin öğretmenin hayırlara vesile olmasını dilerim. Bilinmelidir ki, MEB, mevcut öğretmen açığı ve açığa alınan öğretmen sayısı dikkate alındığında, 15 bin sözleşmeli öğretmen alımı ile AÇIK verecektir. Bu açık, 2016-2017 ders yılı için zarardır. Ve bu açık, 2016-2017 ders yılını kaybettirir. MEB, 2016-2017 ders yılında kaybın önüne geçmek ve zarara uğramamak için BU AÇIĞI önemsemeli ve kapatmak için vaktinde atacağı adımlarla ancak hızlı davranmış olur.
O HALDE, MEB’DEKİ GÖRÜNEN BU HAL, ÖNE SÜRÜLEN BÖYLE BİR HAL İLE TEDAVİ EDİLEMEZ.
MEB’e Tavsiyeler:
MEB, öğretmeni, G.doğu'da ve öğretmen ihtiyacı atama/yer değiştirme dönemindeki sirkülasyondan dolayı hiç bitmeyen yerlerde tutabilmek için bakanımız İsmet YILMAZ'ın 'bundan sonra kadrolu öğretmen istihdamı yapılmayacak' açıklamasından sonra böyle bir çözüm yolu bulunduğunu anlıyoruz. Kadrolu öğretmenleri ilk atama yerlerinde azami (eğer ki mazereti bulunuyorsa) 1 yıl tutabilen MEB, OHAL şartlarından ve suskunluğundan ve tepkisizliğinden istifade ederek böyle bir kolaycılık yolunu yeğlemektedir. Sözleşmeli statüde istihdam ettiği öğretmeni, ilk atandığı yerde asgari 4 yıl (kadro vaadi ile) azami 7-8 yıl tutabilecektir. Bu süreler, gerçekten çok uzun süreler. Halbuki, biraz kafa patlatılarak ve sendikalardan görüş alınarak, yer değiştirme dönemlerinde malum yerlerdeki öğretmen sirkülasyonunu ve buna bağlı oluşan öğretmen ihtiyacının ve açığının önüne geçilebilir. Zaten, malum yerlerdeki öğretmen açığını kapatmak için çözüm yolu herkesçe dile getiriliyor. Öğretmenden ailesel fedakarlıklar beklemek yerine, özlük hakları ve yaşam koşulları iyileştirilerek önümüzde duran bir çözüm yolu bulunuyor. Ama öğretmenin hiç de istemediği sözleşmeli yolu, yani ilk atama istihdam şeklinin değiştirilmesi, MEB'in tercihi oldu, ne diyelim, tercih meselesi. Evet, MEB, sözleşmeli istihdam ile kadrolu statüde yer değiştirme için gerekli şart olan ve öğretmenin yer değiştirmek için bitirmeyi dört gözle beklediği adaylık süresi engelini de böylelikle aşmış oldu. Ama sözleşmeli pozisyonda istihdamı yapılan öğretmenin artık iki engeli oldu, biri tutsaklık, diğeri ise kölelik. Öğretmen 'boyun eğmez' derken, bu iki engel ile tam esaret çukuruna düşürülmüştür. MEB, öğretmen açığı ve sirkülasyonundan dolayı bu açığı kapatamama gibi bir mazeretim var derken, öğretmenin aile mazeretini 4 yıl öteliyor ve yok sayıyor ve görmezden geliyor. Evet, malum bölgelerde öğretmen açığını kaptamak için bir engel kalktı; lakin öğretmenin ailesine kavuşmak için sıra dağlar gibi asgari 4 yıl azami 7 yıl gibi kallavi bir engel kondu. Öğretmenin, artık ailesi ile arasında sözlşmeli istihdam dolayısıyla yılları alacak olan büyük bir engel var. Bu bağlamda, ifade etmeliyim ki, öğretmenin sözleşmeli istihdamı ile birlikte adaylık süresi, engel süresi kadar olmuştur. Engel süresi kaldırıldığı an adaylığı da kaldırılmış olacak. Ama öğretmen için öyle bir adaylık ki, aileden uzak, kapsamı geniş, zorlulukları çok, sabır ve dayanıklılık isteyen tam bir yaşam deneyimi öngörülüyor. Gazanız mübarek olsun... Ayrıca biliniz ki, öğretmen açığı gıdım gıdım alımlarla (15 bin gibi) kapatılamaz... Bu açığın kapatılmadığını görünce bir kapak borcum olsun...
15 Temmuz sonrasında FETÖ ile irtibat ve iltisakı bulunan 22 bin öğretmen açığa alındığına göre FETÖ ile irtibatı, iltisakı, ilişkisi, çağrışımı bulunan Said-i Nursi ismine ve ona ait kitaplara da şüpheli ve zanlı nazarında bakılıp Said-i Nursi isminin okul isimlerinden çıkarılması ve Diyanet ile işbirliği içinde eserleri üzerinde yapılacak bir inceleme ile gerekli yayın yasağı ve yayınların durdurulması gibi tedbirlerin alınması sağlanmalıdır. Said-i Nursi’nin kitapları ve ismi, şu şartlar altında ve halihazırda şüphe uyandırmaktadır. Açığa alınarak isim ve eserler üzerinde gerekli soruşturma ve araştırma yapılmalıdır. MEB ve Diyanet, tarikat ve cemaat yayınlarını değil de, İslam'ın baş yapıtı kuran-ı kerim ile yeni kuşağı ahlaklandırmak için çeşitli yayın çalışmaları içinde yer alabilirler. Din hizmetini, devletin bu iki kurumu, hiç kimselerin ya da oluşumların ya da yapıların tekeline bırakmamalıdır. Özellikle bu süreçte şunu öğrendim, hangi tarikat ve cemaat ki, kendi yayınını ya da eserini kuran-ı kerimin önünde tutuyor, kesinlikle ama kesinlikle o yayın ve eser yasaklı ve sakıncalı değerlendirilmelidir. Sakıncalı ise incelenmeli ve gerek görülürse FETÖ eserleri gibi yasaklanmalıdır. Unutulmamalıdır ki, bu sorumluluk ve görev devletin bu iki kurumu üzerindedir. Dini ve diyaneti tekeline almak isteyenlere ve insanların tertemiz dini duygu ve hassasiyetlerini istismar etmeye yeltenenlere PABUÇ BIRAKILMAMALIDIR. İSLAM, ALLAH'INDIR... İSLAM, ALLAH'A İNANIN DER... İSLAM VE KURAN, AKLI ÖNE ALARAK DİNİ ÖĞRETİR... KURAN, AKLINI AZ KULLANANLARA YA DA HİÇ KULLANMAYANLARA 'HİÇ AKLETMEZ MİSİNİZ!.. NE KADAR AZ DÜŞÜNÜYORSUNUZ?' DİYEREK TELKİNDE BULUNUR... DİLERİM, OKULLARIMIZDA, BUNDAN SONRA DİN ÖĞRETİMİNİ, AKLI DAHA ÇOK ÖNE VE ÖN PLANA ALARAK YAPARIZ... Kuran hafızı yerine, Risale hafızlarını (hem yazıcı hem okuyucu şeklinde) ikame etmek istiyorlar... Said-i Nursi Risaleleri ve FETÖ eserleri, yapının müritlerine kuran'dan daha fazla okutularak, kuran-ın müslümanlar gözündeki tahtına nasıl göz diktiklerinin açık kanıtı olarak değerlendirilmelidir bence.
Saygılarımla…
Yahya ASLAN
Yorum yazarak topluluk şartlarımızı kabul etmiş bulunuyor ve tüm sorumluluğu üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Mebpersonel.com İnternet Sitesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.